13 Nisan 2009

Üç Kuşak Selek

Biri hocamdı, biri abim, birinin de abisiyim

Cemal Hakkı Selek’i tanıyanınız var mı?
Haydi öğüneyim. Ben tanıdım. Gençlik çoşkularımız bizi sosyalizm denen o harikulade ütopyaya yönelttiğinde öğretmenlerimden biri o oldu.
Türkiye İşçi Partisi’nin İstanbul, Cağaloğlu’ndaki, işhanından bozma merkezinde kibirin zerresini taşımadan ve sabrın sınırlarını tanımadan ergenlik sivilcelerinden yeni kurtulmuş, ama 20 yaşın hamhalatlığından henüz kurtulamamış bizleri karşısına alırdı. Biz, “Koskoca Cemal Hakkı bey bizimle akranıymışız gibi sohbet ediyor” diye şişinirken o çaktırmadan öğretebilme hünerini sergilerdi:
- Sosyalizm fakir fukaraya merhamet duyma mesleği değildir çocuklar. Sosyalizm, insanlığın vahşet çağından çıkıp uygarlığa, sahici uygarlığa geçiş aşamasıdır...
Ah, bu yalın “bilgi”nin anlamını ve içerdiği derinliği kavrayabilmemiz, sindirebilmemiz için kaç yıl geçmesi gerekti?
Sadece bir sosyalist değil, bir hukuk bilgesiydi. Okulu bitirip “avukat” çıkma planları yapan genç hukuk öğrencisi Aydın Engin’e öğüt verdi:
- Kanunlara boğulma evlat. Kanunları iyi bilirsen bir hukuk teknisyeni olursun ve onlardan bu memlekette yeterince var zaten. Sen adalet mefhumu (=kavramı) üstüne kafa yor. Üretim araçlarının özel mülkiyetinin sürüp gittiği bir düzende adalet mümkün müdür sorusuna cevap ara bakalım...
Bir kaç yıl önce yaşanan Küba Devrimi'nin (1959) şiirine kapılıp elde silah dağda gerilla olup “devrim” düşleri kuran bizleri, coşkumuzu kırmadan, inancımızı törpülemeden uyardı:
- Şiddete tapmayın evlatlar... Devrim üç çakaralmaz tüfekle değil, bir halkın kenetlenmesi ile mümkündür. Yani yönetenlerin yönetemez, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilemez olduğu aşamadan doğar devrim. Şiddet gözünü boyamasın sakın...
Öğretmenlerimizden biriydi. Öğretmenlerimden biriydi. Yaşasaydı 107 yaşında olacaktı.
* * *
Alp Selek’i tanıyanınız var mı? Haydi öğüneyim. Ben tanırım.
Benim “Alp ağabeyim”dir. Ada’da komşumdur. O kanlı 70’li yıllarda avukatımdır. Rakısı bardağın yarısından az kondu mu somurtur. Hukukun çiğnendiğini, bir hakkın (hukukun) ayaklar altına alındığını gördüğünde somurtmakla yetinmez pençesini haksızlığın üstüne koyar ve haksızlık yok olana kadar da kaldırmaz. Tanıdığımdan beri sosyalizmin dikenli yolunun inatçı ve ısrarlı yolcusudur.
Ve baba mesleğini, “boynuz kulağı geçti” dedirten kalibrede sürdüren bir hukuk savaşçısıdır... İnadını ve sabrını bilenler “Ona çatan yargıcın vay haline” derler ve haklı olurlar...
* * *
Pınar Selek’i tanıyanınız var mı?
Haydi öğüneyim. Ben tanırım. Onun “Aydın Abi”siyim.
Yüzünün ışıltısı içinizi ısıtır. Hesapsız sevgisi ve sağlam sosyoloji bilgisi sizi her zaman şaşırtır. Madem “abi”siyim, ağabeylik güdülerim o sözkonusu olduğunda hep tetiktedir ve hep kaygılıyımdır. “Bu kız yine başını belaya sokar mı acep” korkusu içimde hep diridir.
Çünkü Pınar Selek’in iflah olmaz bir genetik bozukluğu var. Dedesi Cemal Hakkı Selek’ten, babası Alp Selek’ten miras bir genetik bozukluk: Haksızlığa karşı çıkmak, mağdurun, mağdur kim olursa olsun yanında saf tutmak !...

Bu ülkede böylesi eğilimler her zaman tehlikelidir ve her zaman başınıza bela açabilir.
Onun da açtı. Açıyor...
1998’de Mısır Çarşısı'nın girişindeki patlamaya bir bombanın yol açtığını iddia eden, bu bombayı PKK’nın oraya koydurttuğunu iddiasına ekleyen İstanbul Emniyeti, Pınar Selek’i karşımıza sanık olarak çıkardı. Tutuklandı ve yıllarca hapis yattı.
Bomba... Mısır Çarşısı... Ölenler... Yaralananlar...
İğrençi, sinsi ve alçakça bir terör eylemi.
Ve Pınar Selek...
Bilirkişiler patlamanın bombadan kaynaklanmadığını en az üç raporla kanıtladılar. Mahkeme Pınar Selek’i beraat ettirdi. Yargıtay Başsavcısı beraat kararının onanmasını istedi. Ama Yargıtay’ın ilgili dairesi “bilirkişiler”in değil, “bilmezkişilerin” kendilerinden istenmeden yazıp ortaya attıkları bir rapora sahip çıktı, Başsavcının onama isteğini reddetti, mahkemenin beraat kararını bozdu ve Pınar Selek’in yeniden yargılanıp ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmasını istedi. Pınar Selek şimdi yeniden yargılanacak ve mahkeme Yargıtay kararına direnmezse hapise girecek.
Cemal Hakkı Selek’in torunu, Alp Selek’in kızı Pınar Selek terör suçlusu olacak!
Demek hukuk da saçmalarmış. Demek hukukun da adalete değil, dinmeyen bir intikam planına ebelik etmesi mümkünmüş...
* * *
Buraya kadarını okuyup belki de içinizden “Tamam Aydın Engin efendi. Sen dedesini, babasını ve Pınar Selek’i iyi tanıyorsun. O yüzden duygularına kapılıp, koskoca yargıçların mahkum ettiği birini savunuyor olamaz mısın” dediniz.
Haklısınız.
Ama öyleyse duygulardan uzak şu bilgiye de bir göz atın:
Pınar Selek’i tutuklanmasına yol açan sadece ve sadece Abdülmecit Öztürk adlı ve galiba PKK yandaşı birinin ifadesi.
Abdülmecit Öztürk, polisteki ifadesinde “Evet, Pınar Selek’le ben bombayı birlikte hazırladık ve Mısır Çarşısı'na yerleştirdik” dedi.
Pınar Selek’i terör suçlusu kılan tek kanıt işte bu ifade. Sadece ve sadece bu ifade...
Şimdi sıkı durun: Bombayı Pınar Selek’le birlikte koyduğunu itiraf(!) eden terör sanığı Abdülmecit Öztürk mahkemece, patlayanın bomba olmadığı, dolayısıyla bomba konmuş olamayacağı gerekçesiyle beraat ettirildi.
Yargıtay, Abdülmecit Öztürk’ün beraat kararını onayladı.
Pınar Selek’in beraat kararını ise “İlle de mahkum edilmelidir” istemiyle bozdu.
Ya buna ne dersiniz? 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"