İsmet İnönü’nün torunu, CHP milletvekili Gülsün Bilgehan, Milliyet’te Serpil Çevikcan’a konuştu. T24 oradan aktardı. Önce T24’de okudum. İnanamadım. Bilgehan’ın sözleri aktarılırken bir kazaya uğramış mı kaygısı ile dönüp bir de Milliyet’ten okudum. Her iki metin de aynıydı.
O söyleşideki bir paragraf bana pek tanıdık geldi. Ama hemen çıkaramadım. Sonra belleğin derinliklerinde bir ışık çaktı:
Avustralya’ya İngiltere’den, Hollanda’dan, Almanya’dan göç eden beyazlar, yerli halk Aborjin’lerin küçücük kız ve oğlanlarına zorla el koyup, önce özel olarak kurulmuş manastır-okullar’da Hristiyan yapıp, ardından evlatlık(!) edinip, hizmetçi, uşak, aile işletmesinde karın tokluğuna işçi olarak kullandılar. Yıllar sonra bu utanç tartışılmaya başladığında hemen hemen aynı sözleri söylemişler, aynı gerekçelerle kendilerini savunmuşlardı. Avustralyalı beyazların ve İnönü’nün Torunu Bilgehan’ın hemen hemen aynı olan sözlerini içeren o can alıcı paragrafı bir de ben aktarıyorum:
“...Sorunun çözülme yöntemi bugünki insan haklarına uymuyor ama o dönemde başka çare yokmuş zaten. Bence sonuca bakmak lazım. Sonuçta bugün Tunceli bölgesi en görgülü, en eğitimli, demokrasiye inanan insanlardan oluşuyor. Mesela sürgünlerden söz ediliyor. O sürgünlerde çok iyi yetişmiş genç kızlar var. Belki o bölgede, ortaçağ şartlarında kalsalardı o aileleri kuramayacaklardı...”
El konup “uygarlaştırılan” Aborjin çocukları ile ilgili bir filmde belleğime çakılmış bir cümle vardı:
“Beyazlar yaptıklarının iyi ve doğru olduğuna içtenlikle inanıyorlardı... İnanıyorlardı çünkü vahşileri hem uygarlaştırmışlar hem sapkın dini inançlarından kurtarıp İsa dinine kavuşmalarını sağlamışlardı.”
Gülsün Bilgehan’ın da söylediklerine içtenlikle, olanca samimiyeti ile inandığını düşünüyorum.
Korkunç olan da zaten bu.
Sözün bittiği yer de zaten bu...
* * *
Tunceli’nin CHP’li Milletvekili Hüseyin Aygün şişenin ağzını açtı ve cin şişeden çıktı. Onu tekrar şişeye sokamazsınız. Az sayıda basılmış kitap sayfalarında, az kişinin paylaştığı sözlü tanıklıklarda kalmış Dersim gerçeği artık gazete sayfalarına, TV ekranlarına taşındı.
Gülsün Bilgehan’ın dedesinin kaleminden çıkmış, imzasını taşıyan raporlar, demeçler, Meclis konuşmaları Dersim’in vahşi, Zaza (Kürt) ve Alevi halkına (yani bir kısım Türkiye Cumhuriyeti yurttaşına) uygulanacakların 1937-1938’den çok (ama çok) önceden saptanıp ayrıntılı olarak planlandığını kanıtlıyor:
Vahşiler uygarlaştırılacak, Zazalar Türkleştirilecek, Aleviler sünnileştirilecek!
Bu kadar yalın ve bu kadar korkunç...
Bu yalın gerçeği dede İnönü en tepelerinde yer aldığı devletin gücüyle örtbas etti; gizledi, örttü. Damat Metin Toker (zihniyet bağlamında bakarsak oğul İnönü) medya gücüyle inkâr ve gizlemede görev aldı. Torun İnönü ise bugün sefil bir mantıkla savunma çabasında. O kadar sefil ki “Keşki inkâr etseydi. Bu kadar onursuz ve insafsız olmazdı” dedirtiyor.
Dede, baba, torun İnönüler üç kuşaktır aynı kafa, aynı zihniyeti temsil ediyorlar. Dede, baba, torun İnönüler’in yaptıkları, yazdıkları, söyledikleri Cumhuriyet tarihinin çok büyük bir dilimine egemen olmuş zihniyetin mükemmel bir özeti.
Dersim dersi sürüyor...