11 Ocak 2012

Türkiye kaynıyor

Ülkenin dört bir yanında grev çadırları ve çadırların önünde işçisi...


Şubat 1971. 

Türkiye kaynıyordu. 

Ülkenin dört bir yanında grev çadırları ve çadırların önünde işçisi, aydını, öğrencisi kolkola girmiş halay çekiyor... Üniversitelerde boykotun biri biterken öteki başlıyor, boykotlar işgale dönüşüyor...  Fabrikalardaki “sınıf bilinçli” işçi önderleri üniversite kantinlerinde kızlı oğlanlı öğrencilerle sohbet kaynatıyor; üniversite öğrencileri dersleri neredeyse boşlamış, işçi semtlerindeki kahvelerde çay içip “devrim” konuşuyor... Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının THKO’su ile Mahir Çayan ve arkadaşlarının THKP-C’si birbirleriyle yarışırcasına eylem üstüne eylem “patlatıyor”... Dünya solu’nun bütün renkleri ve çizgileri Türkiye’de bire bir karşılığını buluyor; sol kendi içinde ha bire bölünürken, sola meyledenler geometrik dizi örneği çoğalıyor... Kırk yıllık CHP’den “Toprak işleyenin - Su kullananın” ya da “Tekelleri kuşatacağız” ya da “Ne ezen, ne ezilen, insanca hakça bir düzen” sloganları yükselmeye başlıyor... İşçiler “sarı sendikacılığın” kalesi belledikleri Türk İş’ten yığınlar, fabrikalar dolusu kopup, Devrimci İşci Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı bir sendikanın çatısı altında kenetlenmeye çabalıyor; Çalışma Bakanlığının bürokratik engellerine fabrika işgalleri ile cevap veriyor...
Türkiye sahiden kaynıyordu.
Mümtaz Soysal, “Mümtaz Soysal” olduğu o günlerde Yeni Ortam Dergisi için bir yazı yazdı: Güzel Huzursuzluk...

O fırtınalı günlerde derginin “Yazıişleri Müdürü iskemlesi”nde oturuyordum. Cumartesi çıkacak derginin yazısı perşembeden elimdeydi ve cumartesiyi bekleyemedim; o günün teknik olanaksızlıklarını aşıp yazıyı çoğalttık ve erişebildiklerimize –bildiri gibi- dağıttık.
Yazı kaynayan Türkiye’yi “Güzel huzursuzluk” olarak tanımlıyordu. 
(1971’ darbesinden sonra ilan edilen sıkıyöenetimin askeri mahkemesi Mümtaz Soysal’ı o yazıdan dolayı yargıladı ve mahkum etti ama bu, en azından bugünkü yazının konusuna dahil değil)
*    *    *
10 Aralık 2012.

Türkiye kaynıyor.

Çoğu çocuk 35 Kürt yurttaşımızın yok edildiği cankırımının çalkantısı sürüyor... Heronların kaydettiği dört saatlık görüntü hâlâ kamuoyundan saklanıyor... Ama bir yandan da bölgenin komutanı görevden alınıyor... Bu cankırımında ordunun kusurunu, ihmalini, suçunu, sorumluluğunu ört bas etmek ise Genelkurmay’a değil AKP’nin başına düşüyor. Ekranlarda yüzü kasılmış, sesi patlamışcasına haykırıyor; o olayda askeri eleştirenlere karşı yağıyor, gürlüyor... Önceki Genelkurmay Başkanlarından çok farklı olduğu söylenegelen şimdiki Genelkurmay Başkanı siyasal demeç verip “Kürtçe eğitime karşıyım” diyor ve “gelenekten” tam da kopmadığını kanıtlıyor.... BDP eşbaşkanından anında ve düzeyi pek de yüksek olmayan bir cevap geliyor “Sen onbaşı bile olamazsın !..”  BDP’ye cevabı yine Başbakan üstleniyor ve bu kez düzey artık “yüksek olmayan” nitelemesiyle bile tanımlanamayacak yerlere iniyor. Başbakan “Sana uşağı olduğun örgütte on koyun bile emanet etmezler” buyuruyor... Silivri Savcılığı “Görülmekte olan davayı etkileme” iddiası ile CHP lideri hakkında fezleke düzenliyor... Aynı saatlerde başta başbakan olmak üzere ünlü ünsüz, yetkili yetkisiz, etkili etkisiz (neredeyse) herkes bal gibi “Görülmekte olan davaları etkileme” suçu sınırlarında, hatta sınırlarının içinde dolanıyor, konuşuyor, yazıyor, çiziyor... CHP’liler siyasetin sokakta da yapılabileceğini hatırlamış, İstiklal Caddesinde Genel Başkanlarını savunmak için pankart açıp yürüyor... Silivri ve Metris’teki dört yıldızlı ve tutuklu generallere bir  zamanlar adı dudak uçuklatan Hurşit Tolon da ekleniyor... Hemen hemen aynı saatlerde Beşiktaş adliyesinin önünde Hrant’ın Arkadaşları 24. kez toplanmış, “Hrant için – Adalet için” yürüyor ve “Ama bilin ki bizler, biz Hrantlar çok sabırlı ve çok inatçıyız. Beş değil doksan beş yıl bile geçse ellerimiz gerçek katillerin ve onları koruyup kollayan sizlerin yakasındadır” diye haykırıyor... Dokuz gün sonra Hrant’ın öldürülüşünün beşinci yıldönümü. Beş yıl önce İstanbul’u bir boydan bir boya yürüyen yüzbinleri yeniden bir araya getirmek için hazırlıklar iyiden iyiye hızlanıyor... 

Türkiye kaynıyor...

*    *    *
Türkiye kaynıyor.
Peki Ocak 2012’nin tablosuna bakıp yine bir “Güzel huzursuzluk” yazılabilir mi? 
Yazılmalı mı?
Bilmiyorum.
Ben sadece eksikler ve acemilikler de taşısa 42 yıl önceki Türkiye ile 42 yıl sonraki Türkiye’nin bir fotoğrafını çizmeye çabaladım.

“Güzel Huzursuzluk”
denmeli mi, denmemeli mi sorusunu cevaplamak da size kalsın... 

   

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"