14 Kasım 2012

Türk Milliyetçiliğine de, Kürt Milliyetçiliğine de…

Durup dururken bu yazı nereden çıktı, demeyin...

 

Durup dururken bu yazı nereden çıktı, demeyin.

Çok yakıcı güncel sorunlar gündemin üstüne çökmüşken; hapishanelerde artık gün değil saat sayılırken milliyetçilik üstüne bir Tırmık da nereden çıktı diye sormayın.

(Dileyen milliyetçilik yerine ulusalcılık da diyebilir ve fark etmez. Çünkü fark yok. İlki Osmanlıcadan miras, öteki arı dil akımından doğdu. “Örneğin” ile “meselâ” birbirinden ne kadar farklı anlamlar içeriyorsa, bunlar da öyle).

Milliyetçi kabarmanın, “gündem çok yüklü, böyle konulara eğilmemek yersiz” itirazlarını umursamaksızın üstünde durulması, bu yönelimin ülkeyi ve insanları nasıl bir çıkmaz sokağa ve batağa sürüklediğini bıkıp usanmadan vurgulanması gerek.

Yine de eğer önceki gün katıldığım bir TV programını izledikten sonra bana telefon eden bir Kürt arkadaş “Aydın kardeş şu senin ‘barışçıl çözüm’, açlık grevleri için ‘tabutsuz çözüm’ laflarından bana gına geldi. Artık gör, Türk siyasetçi de, Türk milliyetçi de bizleri eşit haklı yurttaş olarak tanımamakta kararlı; bizlerle birlikte olmayı ancak ve ancak biz boyun eğersek kabullenecekler. Bu durumda bize de kendi devletimizi kurmaktan başka yol kalmıyor” demeseydi bu Tırmık yazılmazdı.

Kürt arkadaşım bir bağlamda haklı. Çünkü Kürt sorunu çözümsüz kaldıkça ve çözüm nobran siyaset erbabının sözleriyle daha da uzaklaştıkça, asker cenazeleri birbiri ardına “memleketleri”ne gelince Türkler arasında  milliyetçilik kabardıkça kabarıyor.

Ancak bu, bir başka millilyetçiliğe ebelik ediyor: Epeydir Türkiye’deki Kürtler arasında da milliyetçilik rüzgarlarının pek güçlü estiği inkâr edilebilir mi ?

Epeydir dedim. 10 yıl öncesinden bir anı:

ABD’nin Irak’ı işgal etmeye hazırlandığı ve işgal etmeye başladığı günlerde bütün dünyada işgale karşı muazzam bir barış hareketi patladığında pek çok Kürt aydınının ve örgütünün barış hareketine katılmaya yanaşmadığını, “Saddam’ın devrilmesi lazım. Bunu ABD şeytanından başka yapacak güç yoksa, varsın o yapsın” mazeretinin ardına saklanarak, aslında bu kargaşada bir “Kürt ulus-devleti” kurulabilir hesabına bel bağladıkları bilinmeyen bir gerçek mi?

“Barış mı, bir ulus-devlet mi öncelik ve ağırlık taşır” gibi vicdani bir soruyu bir yana koyalım. Doğrudan sorunun özünü tartışalım:

21. yüzyılda bir “milli devlet” kurmak için çabalamak, bu hedefi öncelemek ilerici bir tercih midir?

Küreselleşen sermayenin karşısına ulus-devletlerin duvarları ardına çekilerek, sosyalist özü boşaltılmış bir anti-emperyalist söylem (=diskur) tutturarak mı karşı çıkılacak?

Küreselleşmiş sermayenin acımasız saldırılarına karşı “milli bir direniş” mi yeğlenecek yoksa “küresel bir direniş” mi ?

Omuzdaşlaşılacak, güçlerin birleştirileceği toplum kesimleri seçilirken “milli” ögelere bakıp Kürttoprak ağası ile, Kürt aşiret reisi ile, Kürt tarikat şeyhi ile Kürt sermayedarı ile birlikte olmak mı seçilecek, yoksa...

*     *     *

Bu satırların yazarı hiç duraksamaksızın safını seçenlerdendir. Küreselleşen sermayeye karşı yeryüzünün bütün ilerici, barışçı güçleriyle omuz omuza vermekten yanadır. Milli olanın sınırları içine hapsolunmasına kesinlikle karşıdır. Küresel sermayeye ya da etnik, dinsel ve cinsel ayrımları siyasal çizgisinin omurgasına yerleştirmiş otoriter, baskıcı bir ulus-devlete karşı çıktığını sanırken aslında onun değirmenine su taşıyan milliyetçi çizgilere, Türk de olsa, Kürt de olsa, Yunanlı da olsa, Amerikalı, İngiliz, Portekizli, Alman, Çinli, Koreli, Hintli de olsa en ufak bir yakınlık duymamaktadır.

Küresel sermayeye karşı ancak küresel ölçekte bir direnişle karşı çıkılabilir; onu yenebilecek güç, o ölçekte bir kenetlemenin saflarından çıkar.

*     *     *

Kürt siyasal hareketinde yargısına güvendiğim, sağduyusuna (aslında solduyusuna) güvendiğim dostlarımın bu yazıyı “Doğru bile olsa zamansız” bulacaklarını tahmin ediyorum.

Ama yine de…

AKP başının artık ayıp sınırına yaklaşan sözleri, dizginleyemediği öfkesi, her yanını sarmışa benzeyen kibri “eşit haklı yurttaşların ülkesi” hedefinden bizi uzaklaştırırken kabaran Kürt milliyetçiliğini gözardı etmeye de hakkımız olmadığına inanıyorum. AKP başının zihniyetini püskürtebilmek için bunu Türk, Kürt hep birlikte başarabileceğimizi bilinçlerimize kazımak yükümündeyiz. Direnci ve çözümü milliyetçi ideolojinin çıkmaz sokaklarında değil, yeryüzünün ilerici, demokrat, adalet arayışından vazgeçmeyen, kendini milli kimliği ile değil “insan” kimliği ile tanımlayanları ile omuz omuza vererek kazanabiliriz ve sadece böyle kazanabiliriz.

Bu yazı bunu vurgulamak için yazıldı. Testi kırılmadan yapılan bir dost uyarısı olarak kavranmalı. Milliyetçiliğin barış değil çatışma ve düşman yaratan bir tuzak olduğu bıkıp usanmadan anlatılmalı…

Sözün özü: Milliyetçilik bir zamanlar ilerici, devrimci bir ideoloji idi.

Kabul.

Ama: İdi.

Artık değil...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"