Dün akşam bir grup arkadaş yemek yiyip sohbet ettik. Yemek dediğim artık hemen hepsinde “tek tipleşmiş” meyhane mezeleri; sohbet dediğim hemen bütün masalarda “tek tipleşmiş” Ergenekon muhabbeti...
Sohbetin sonuna doğru masanın üstüne önce bir cümle, sonra bir soru atıldı.
Bir arkadaş, tanımadığımız bir arkadaşının “özlü” cümlesini aktardı:
- Şeriatın hüküm sürdüğü bir rejimde yaşamaktansa, askerlerin hüküm sürdüğü lâik bir rejimde yaşamayı tercih ederim!
Ardından da hınzır bir gülüş eşliğinde soru geldi:
- Ne dersiniz?
Soru masanın üstünde bir süre asılı kaldı.
Sonra biri (kibar biridir) cevapladı:
- Yani vebayı mı tercih edersin, yoksa kolerayı mı, diyorsun?
Kibar olmayan biri (O bendim) söze girdi:
- Yani b.k mu tercih edersin, yoksa tezek mi, diyorsun?
Saat ilerlemiş, saatler süren tartışmadan yorulmuştuk. Kederli gülüşlerimizi kendimize saklayarak kalktık, evlerimizin yolunu tuttuk...
* * *
Gel de uyu.
Soru bir tuzak ve bugünün Türkiyesi’nde herkes, hepimiz, bu tuzağın ya içine düştük ya çevresinde, kıyısında dolanıyoruz.
Gözü dönmüş bir fanatik değilseniz soruya “Ne o, ne o” demek kolay. Kolera-veba benzetmesiyle yanıtlamak doğru; ama bu yanıtlar kaçınılmaz olarak yeni sorulara ebelik ediyor:
- Ne o, ne o öyle mi? Peki öyleyse ne?
Tamam, bunu yanıtlamak da zor değil: “Demokratik, lâik, özgürlükçü bir rejimde yaşamayı tercih ederim” dersiniz. Doğru olur, haklı olursunuz. Ama yeni soru kendiliğinden doğdu bile:
- Peki nasıl? Demokratik, lâik, özgürlükçü bir rejim nasıl kurulacak?
Ve bu soruyla birlikte ayrışma başlar:
Mesela kimileri çıkacak ve “Laikliğe sımsıkı bağlı ve gerekirse askeri bir rejim işbaşına gelir. 10 yıl, 15 yıl zor ama zorunlu bir dönem yaşanır. Şeriat tehlikesi bir daha dönmemecesine yok edilir. Sonra da özlediğimiz rejime sıçrarız” diyecektir.
Uydurmuyorum. Bu reçete “Darbe günlükleri”nde aynen var. Darbenin “Eldiven” aşaması bunu öngörüyor.
Dahası bir kaç hafta önce bu köşeye gelen okur yorumlarında da bu çözüm önerildi. Bir okur “AKP iktidarında 100 yıl geriye gitmektense, askeri bir rejimde 10 yıl geriye gitmek akla uygundur” diye yazdı. Bir başka okurun e-mektubunda “Darbeyle şeriatçı yılanın kafası ezilir ve çağdaş düşünceli insanlarla çağdaş bir Türkiye yaratılır” dendi.
Mesela kimileri çıkacak, “AKP sanıldığı ya da darbecilerin göstermek istediği gibi şeriat özlemcisi bir parti değil. O muhafazakâr demokrat bir siyasi harekettir. Şeriat isteyen Erbakan önderliğindeki Milli Görüşçü siyasal hareket ve Hizbullah, İBDA-C gibi illegal köktendinci terör örgütleridir. Darbeciliğe karşı AKP’yi desteklemek akıllıcadır” der.
Uydurmuyorum. İyi bir medya taraması ile bunu böyle söyleyen ya da lafı dolandırıp sonuçta buraya varan nice kalem erbabını ve onların dediklerine akılları yatanları görmek zor değil.
Mesela kimileri çıkacak, “Bu olup biten kayıkçı döğüşüdür. AKP iktidarının da, darbeci generallerin de Türkiye’yi demokratik, laik ve özgürlükçü bir rejime taşımaları mümkün değil. Yesinler birbirlerini. O hedefe ancak devrimle varılır” diyecektir.
Uydurmuyorum. “Dünün” ezberleri ile düşünen ve konuşan; Marks’ın çözümleme yöntemini değil, yüzyıl önceki toplumsal çözümlemelerini bugüne uygulamakla yetinen irili ufaklı örgütlenmelerde bu toptancı ve herşeyi “devrim” sonrasına erteleyici tutumu gözlemek mümkün.
Mesela kimileri çıkacak, “Bu uzun ve zahmetli bir yoldur. Taşları adım adım döşenecektir. Yurttaş sorumluluğunu kuşanıp, siyasetin içine bütün gücümüz ve zamanımızla dalıp, yanlışın yerine yeni yanlışlar koymadan, demokrasiyi sürekli geliştirerek, kaçınılmaz zikzaklardan yılmadan, sabırla, inatla mücadele etmemiz gerek” diyecek
Uydurmuyorum. Bunu, bu ülkede bedel ödemeyi göze alarak söyleyen ve savunanlar var ve sayıları az değil.
* * *
Benim aklım, bilgim dört yol sayabildi.
Siz bu yollardan hangisinde yürümekten yanasınız?
“Hiçbiri” deyip tüymek yok. O zaman beşinciyi koyun ortaya...