İlk bakışta sevinmek hatta heyecanlanmak için fazla bir neden yok gibi görünüyor.
Öyle ya...
Milyonlar ayağa kalktı. “Bunu da atlatırım eyvallah” hesabı yapan ve Tahrir Meydanı’ndaki milyonları gelip geçici bir coşku olarak niteleyen Hüsnü Mübarek, hesabı yanlış çıkınca adım adım geriledi. Sonunda 30 yıldır hüküm sürdüğü koltuğu terk edip tatil beldesi Şarm-el-Şeyh’e çekildi (Bu bile kesin değil. Yurtdışına kaçtığı söylentileri Kahire sokaklarında kol geziyor. Alman medyası dün bütün gün ‘Mübarek nerede” sorusuna cevap aradı ve henüz bulamadı.)
Mübarek gitti.
Tamam. Peki ne kaldı?
Mübarek rejiminin en zalim elebaşlarından, eski gizli servis şefi Ömer Süleyman -geçici de olsa- Devlet Başkanı konumunda (Anneeeee!..)
Ama asıl iktidar ordunun eline geçti. (Hımmmmm !.. Komuta kademesinde hiç bir değişiklik yok ve bu ordu son ana kadar Mübarek’in ordusuydu)
Başka?
Anayasa askıya alındı (Tamam, savunulacak bir yanı yoktu zaten. Ama şu anda ülkede bir Anayasa da yok.)
* * *
Bu koşullarda “Mısır devrimi”nden söz etmek, sevinmek, o halk adına kıvanmak, halklar adına umutlanmak ne kadar doğru?
Devrim kavramına yüklediğiniz anlama bağlı.
Marksist literatürün “Yönetenler yönetemez, yönetilenler var olan koşulları kabul etmez hale geldiğinde devrimci durum vardır” tanımı Mısır’da olup bitenlere tamamen uyuyor.
İngiliz sömürge döneminden, onu izleyen İngiltere güdümünde sürüp giden krallık dönemine, Hür Subay’ların darbesinden, Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek dönemine kadar olan uzun bir tarihsel süreçte Mısır’da iktidar değişimi hep tepeden oldu. Halkın katkısı yoktu ve halkın dişe dokunur, sonucu etkileyebilecek bir itirazı ve direnci gözlenmedi.
Şimdi öyle mi?
Yaşanan harikulade altüstlüğe “tepedekilerin” yani aşırı zenginleşmiş yönetici elitin ve onların hem güdümünde, hem de ortağı olan ordunun en ufak bir katkısı olmadı. Direniş başladığında varsıllar servetlerini ve çoluk çocuklarını dışarı kaçırmanın yolunu aradılar; ordu ise Washington’dan gelecek sinyallere gözünü dikip beklemeyi yeğledi.
Mısır’da özgürlük talepleri ile sokağa dökülen “halk”tı. Aydınlarıyla, yoksullarıyla, Müslüman ve Hıristiyanlarıyla Mısır halkı idi.
Bence Mısır’da olup bitene bu gözle ve sadece bu gözle bakmak anlamlı.
Yoksa elbette Mısır’da “bir üretim biçiminden daha ileri bir üretim biçimine geçilmiyor”.
Yoksa elbette “Yönetenler yönetemez, yönetilenler var olan duruma razı olmaz hale geldiler. Demek ki devrimci durum var” doğru saptamasına dayanıp emekçi sınıfların siyasal iktidarını beklemek yaşamın gerçekleriyle uyuşmuyor.
Ama öyle değil, böyle değil diye Mısır’da olup biteni küçümsemek, “Piramidin tepesi değişecek. Yeni bir durum yok” diye burun kıvırmak, önce Mısır halkına, Tahrir Meydanı’nın yiğitlerine hakaret olur.
Tarihinde ilk kez Mısır halkı ayağa kalktı. Umutlar kabartan, sevinçler çiçeklendiren bir ayaklanma bu.
Yani...
Yani tohum toprağa düştü...
Nil’in suladığı o bereketli topraklara...