18 Ocak 2010

Tekel – İtfaiye – Şeker... İşçileri

Tekel işçileri Türk-İş Genel Merkezi'ni işgal etti...

Siz bu yazıyı saat kaçta okuyorsunuz bilemem. Ama bugün (18 Ocak Pazartesi) haber, gazetelerin internet baskılarında ve internet gazetelerinde (T24 demiş oldum) çoktan yerini aldı. Kağıt gazetelerde ise gün ağardıktan sonra okuyacaksınız: Tekel işçileri Türk-İş Genel Merkezi'ni işgal etti. İşgal etmekle yetinmediler, Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu’nun istifasını isteyerek onun şahsında konfederasyonu protesto ettiler.

Neden?

Cevap çok yalın: Tekel işçileri Ankara’da düzenledileri mitingde konuşan Türk-İş başkanının ağzından  “genel grev” çağrısı bekliyorlardı ve Türk-İş buna yanaşmadı...

Lafın tam da burasında Türk-İş Genel Başkanı'nın mitingdeki konuşmasından bir bölümü birlikte oktumamızda yarar var.

Mustafa Kumlu şöyle dedi:

“...Siz Tekel işçileri, karda, kışta, soğukta, çoluk çocuk Türk-İş'in önünde, bir aydır ekmek için mücadele veriyorsunuz. Siz itfaiye işçileri, bir aydır Saraçhane Parkı'nda, çadırlarda, ekmek için mücadele veriyorsunuz. Siz şeker işçileri, aylardır her yerde mitingler yapıyorsunuz, ekmek mücadelesi veriyorsunuz....”

Bu çok şey anlatan paragrafı biraz didikleyelim.

Türk-İş Başkanı Tekel işçilerine, şeker fabrikalarında çalışan işçilere, itfaiyede çalışan emekçilerin haftalardır, aylardır direndiklerini söylüyor. Bu direnişin haklı olduğunu tartışmasız kabul ediyor.

E peki, bu böyleyse Türk-İş ne yapıyor?

Mesela mitingte ağdalı cümlelerle işçilerin omuzunu okşuyor. Peki sonra?

Sonra hiç!..

Peki sahici bir işçi örgütü, Türkiye işçi sınıfının sendikal örgütlenmesinin en üst kuruluşlarından biri (en büyüğü) olarak ne yapıyor?

Bırakınız işçi hareketinin tümünü bu direnişlere omuz vermek üzere hareketlendirmeyi; tekel, itfaiye ve şeker üreten işçileri bile aynı direniş şemsiyesi altında buluşturmaya kalkışmıyor; niyeti de yok.

Her bir grubu tek başına (Bir daha: Tek başına) direnmek zorunda kalan işçilerin yalnızlaştırılması onların direnişlerini caydırıcı bir güç olmaktan çıkarıp zamanın bıktırıcı etkisine terketmekten başka nedir ki?

Bir süre sonra tekel işçisi olmayan, şeker işçisi olmayan, itfaiye çalışanı olmayan (buna öteki sektörlerdeki işçiler dahil) ve işçi de  olmayanlar “E tamam, anladık. Ama bu direnişler de uzadıkça uzadı. Belli ki olmayacak. Bari olana razı olsunlar” demeye başlarlarsa kimse şaşmasın...

AKP elebaşılarının, ulusötesi sermayenin küresel çapta yürüttüğü işçileri sendikasızlaştırma, sendikaları toplumsal yaşamdan kazıma harekâtına (hareketine değil harekâtına) azgınca ayak uydurma çabaları ayan beyan. Kendisine en yakın sendikal konfederasyon Hak-İş’i güçlendirmeye bile yanaşmıyor, işçilerin sendikalaşma yolunu tam tıkayacak olan taşaronlaştırmaya kendine bağlı kamu kuruluşlarında (özellikle belediyelerde) tam gaz yol veriyor. Türk-İş Konfederasyonu'nun ise hamaset edebiyatı dışında kılını bile kıpırdatmaması, miting nutuklarıyla “idare etmeye” çabalamasını işçiler bilinçleriyle değilse bile sınıf sezgileriyle kavrıyorlar.

Türk-İş Genel Merkezi'nin işgali bunun anlamlı bir göstergesidir.

*    *    *
12 Eylül öncesinde meydanlar – haklı olarak ve ayağı yere basan bir yargı olarak-  “İşçiden, işçiden esiyor yel” diye çınlardı.

Bugün yel “işçiden, işçiden esmiyor”.

Henüz esmiyor.

Üstünden 12 Eylül’ün kanlı silindiri geçmiş, ardından küresel sermayenin azgın saldırısı bindirmiş işçi hareketi  sol bacağı sakat siyasette bugün ve henüz bir itici güç olarak siyaset meydanında değil.

Ama tekel işçilerinin, şeker işçilerinin, itfaiye emekçilerinin saflarında bir yel estiği de inkar kabul etmez. Bu “tohum direnişleri” bir büyük tarlaya ekmeye yanaşmayan Türk-İş’in işgali işçiler arasında esen yelin güçlendiğinin göstergesi.

Bir fırtınaya dönüşür mü?

Yargı için henüz erken. Ama dönüşebilir...

Şu karanlık ve berbat günlerin “iyi haberi” de bu olsa gerek...


Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"