01 Mayıs 2013

Tehlikenin farkında mısınız?

Sorunu “Tayyip Erdoğan padişah olmak istiyor” sığlığında ele alıp tartışmak sonunda AKP elebaşılarının ekmeğine yağ sürmektir

- Adam kafaya koymuş, ne yapsan nafile, padişah olmak istiyor, padişah!..

- Hımmmm. Bu kadar mı?

- Daha ne olsun. Tabii bu kadar. Kasımpaşa’dan çıkmış, imam-hatipte okumuş. İstanbul’a Belediye Başkanı oldu, Başbakan oldu, şimdi sıra Cumhurbaşkanlığı'nda.

- Yani bütün bu kavga, bu itiş kakış hep bir adamın kişisel hırsı ve tutkusundan ibaret öyle mi?

- Tabii. Aslında kendi partisinden de bu gidişin gidiş, yolun yol olmadığını düşünen çok kişi var ama ağızlarını açamıyorlar ki... Adam partisinde diktatör. Şimdi Türkiye’nin başına diktatör olmak istiyor…

                                                                  *    *    *

Ne dersiniz, er ya da geç tartışma gündemine gelecek olan “başkanlık sistemi” bu düzeyde ve bu çözümleme (=analiz) sığlığında tartışılabilir mi?

Tayyip Erdoğan’ın kendisinin bile düşünü göremeyeceği siyasal yükselişinin son basamağı yaptırım gücü sınırlı cumhurbaşkanlığı değil, yaptırım gücü yüksek bir devlet başkanlığı olamaz mı?

Elbet olabilir.

Ama kendisinin ve partisinin başkanlık sistemi üstüne ısrarlarının, tartışmayı “Türk usulü başkanlık” olmazsa “Yarı başkanlık”, o da olmazsa “Partili başkanlık” seçenekleri arasına sıkıştırıp yeni Anayasa’ya doğru adım adım ilerlemeleri daha derinlemesine bir analize ihtiyaç duymuyor mu?

Tamam “tarihte kişinin rolü” üstüne zengin bir siyasal literatür var. Kişisel tutku, saplantı ya da hayallerin tarihin akışını etkilediği biliniyor. Kahvehane sohbetlerinde bile “Hitler’in yerine Hans olaydı… Baltacı Mehmet Ali Paşa Çariçe Katerina’nın güzelliğine kapılmasaydı…” gibi tatlı mavralar döndürülür.

Ama bütün tarihi böyle açıklamaya kalkarsanız olsa olsa gülünç olursunuz. Yarın Türkiye’nin yakın tarihi yazılırken “Tayyip Erdoğan gibi tutkusu boyunu aşan bir siyasetçi vardı, o çok yetkili başkan olup, ülkeyi bildiği gibi yönetmek istiyordu. İşte her şey o yüzden…” diye başlayan paragraflar bulunacak mı?

Sanmıyorum.

                                                                  *    *    *

AKP kuruluşundan (Ağustos 2001) sadece bir yıl sonra (Kasım 2002) tek başına iktidar olmuş bir parti.

Dini referansları ağır basan bir siyasal partinin devletin dizginlerini ele alacak güce erişmesinin toplumsal, ekonomik ve siyasal koşulları olgunlaşmış; “Suyun buhara dönüşme anı” gelmişti. Seçimden birinci parti olarak çıktı. Ondan sonraki iki seçimi de, üstelik oylarını artırarak kazandı.

İktidarını sadece parlamentoda da değil, sivil ve üniformalı bürokrasiyi büyük ölçüde yola - bazan da dize - getirerek pekiştirdi. Eğitim başta olmak üzere kendi değerlerini öne çıkaracak, destekleyecek epey düzenleme de yaptı.

Peki bu kadar güçlü bir iktidar, başkanlık sistemini getirerek daha ne elde edecek?

Genel başkanlarının kişisel tatmininden mi ibaret bunca ısrar?

Bence sorunun doğru cevabı, başkanlık sistemi tartışmasını şu günlerde Sayıştay Yasası’nda yapılmak istenen değişiklikler, bir süre önce İhale Yasası’ndan yapılan değişiklikler, hele hele Obama için “Zavallı, bir helikopter bile hibe edemez” denmesindeki zihniyetle birlikte ele alınırsa daha kolay verilir.

AKP iş bitirici ve pragmatist (=İlkelere, hatta yasalara filan boş verip hedefe ve sonuca ağırlık veren) bir parti.

Onu iktidara taşımakta belirleyici ağırlık taşıyan, kimi kez “Anadolu kaplanları”, kimi kez “Anadolu sermayesi” diye anılan ve çoğunluğu geniş halk kitlelerinin dışında, uzağında, adeta kendi fildişi kulelerinde yaşayan TUSİAD takımından farklı olarak gerek yaşam tarzlarıyla, gerek inanç tercihleriyle, gerekse ilişkileriyle sokaktaki adama değen, onları dolaysız gözleyebilen ve etkileyebilen bir sermaye gücü de bu pragmatizmi içselleştirmiş bir kesim.

Bırakınız geleneksel devlet örgütlenmesini, hukuksal, parlamenter ve kamusal denetimin her türünden büyük ölçüde sıyrılmış bir  yürütme erki AKP’nin (Tayyip Erdoğan’ın da elbet, ama esas olarak AKP’nin) hedefi.

Güçlü ve bıktırıcı denetimlerden olabildiğince paçayı kurtarmış bir yürütme erkine ulaşmak için şimdiki sistemi kökünden değiştirip, adına başkanlık sistemi denen sistemi getirmek AKP’nin bulduğu çözüm.

                                                                  *    *    *

Sorunu “Tayyip Erdoğan padişah olmak istiyor” sığlığında ele alıp, bu düzlemde tartışmak sonunda AKP elebaşılarının ekmeğine yağ sürmektir. Tehlike, başkanlık sistemine geçip  Tayyip Erdoğan’ın da başkan olmasında değil, her türlü parlamenter, hukuksal ve kamusal denetimden olabildiğinde kurtulmuş bir iktidar arayışında yatıyor.

Hem de gerek demokrasi, gerek kamu kaynaklarının kullanımı, gerek hukuk devleti, gerek çevre için gerçek ve ürkütücü bir tehlike.

“Kalkınma, ne pahasına olursa olsun kalkınma” diye haykıran ve insanı (yurttaşı) daha arkadaki sıralara iten bu zihniyet tehlike değilse tehlike nedir?

AKP için başkanlık sistemi bir araç. Onlar bildikleri ve diledikleri gibi helikopter, ihale, nükleer santral, dere kurutan HES’ler, kamu kaynaklarından ucuz kredi, teşvik filan hibe etmek istiyorlar.

  

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"