T24 / Aydın Engin
“Taş Attı, Korktum” De ve Vur !..
Karara veren: Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu. Yani yargıda son noktanın konduğu yer. Ondan ötesi yok...
Onun verdiği kararlardaki yargı ölçütlerini, gerekçelendirmelerini, kanıt değerlendirmelerini bundan böyle bütün yargıçlar kerteriz almak zorunda. Almazlarsa verdikleri karar Yargıtay’dan döner...
Sizi ayrıntılarla yormayayım. Haberi ya okudunuz, ya okuyacaksınız. Bu kadar önemli bir hukuk kararına yer vermeyecek gazete “gazete” olmaz; gazeteci meslek sınavında sınıfta çakar.
2005 yılında Siirt’te basın açıklaması yapan ya da basın açıklaması kılıfında izinsiz gösteri yapan bir grup, güvenlik güçleriyle itişip kakışmaya başladı; taş attı. O sırada bir askeri cipteki uzman çavuş (yani profesyonel asker) otomatik silahını çekip slogan ve taş atan kalabalığa ateş etti. Abdullah Ayan vuruldu ve öldü.
Şimdi:
Abdullah Ayan göstericilerden biri değildi. Bunu yerel mahkeme de, Yargıtay 1. Ceza Dairesi de kabul etti.
Uzman çavuş uyarı amacıyla havaya değil doğrudan kalabalığın üstüne ateş etti. Bunu yerel mahkeme de, Yargıtay 1. Ceza Dairesi de kabul etti.
Uzman çavuş ateş etmeden önce kalabalığa yasal olarak zorunlu olduğu gerekli uyarıyı yapmadı. Bunu yerel mahkeme de, Yargıtay 1. Ceza Dairesi de kabul etti.
Uzman çavuş ateş etmeden önce silahı seri atış konumundan çıkartmadı. Tek seferde 7 atış yaptı. Bunu yerel mahkeme de, Yargıtay 1. Ceza Dairesi de kabul etti.
Yargıdaki son noktada hüküm kesen “yüce” yargıçlar ise uzman çavuşun beraatına karar verdiler.
Şimdi sıkı durun:
Gerekçe: “Ölüme yönelik sözlerle de desteklenen fiili saldırının ağırlığı, uyarılara karşı artarak devam etmesi ile bölgenin özellikleri bütün olarak göz önüne alındığında, yasal savunmada sınırın mazur görülebilecek bir korku ve telaşla aşıldığının kabulü gereklidir.”
* * *
Biraz hukuk yaladıysanız bu bütün ceza mahkemeleri için bağlayıcı ağırlık taşıyan karara dayanarak “Taş atıyorlardı, bölgenin özelliklerinden dolayı korktum, çektim silahımı, vurdum” savunmasının önü tamamen açılmıştır. Bir gösteri, bir çatışma sırasındaki kargaşa, patırtı, gürültü sırasında kimse “sahiden korkmuş muydu” sorusunu yanıtlayamaz.
Örneğin Şemdinli’de keşif sırasında savcının ve bilirkişilerin üstüne otomatik tüfekle ateş açan bir başka uzman çavuşun da mahkum edilmesi artık mümkün değildir.
Yeter ki olay “özellikleri olan o bölgede” geçsin... Benzeri bir olay Ege’de, Karadeniz’de, Trakya’da geçerse anlaşılan o zaman farklı bir karar verilebilecek(miş).
* * *
Hukukun bittiği, adaletin devleti savunanlara farklı uygulanacağının hükme bağlandığı bir yerdeyiz...
Hatırlayın. Bir kaç gün önce burada Profesör Mithat Sancar ve Eylem Ümit’in "Yargıda Algı ve Zihniyet Kalıpları" araştırmasından bazı alıntılar yapıldı.
İki bilim insanı araştırma kapsamında yargıç ve savcılara şöyle sormuşlardı:
- Devletin çıkarları mı, adaletin gerekleri mi? Demokrasi mi, güvenlik mi?
Ve ağırlığı oluşturan eğilimin, ideolojik tavrın yansıdığı cevaplar almışlardı:
- Ben devletçi hukukçuyum...
- Önce devlet gelir...
- Bir kere biz devletçi bir ekolden geliyoruz...
- Devlet olmazsa hukuk olmaz, biz de olmayız...
- Benim ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem...
- Devletim olmadıktan sonra benim bireysel özgürlüğüm hiçbir işe yaramaz...
Hatırladınız mı ?
* * *
İster kişilerden, ister kurumlardan ve ister devletten gelsin biz yurttaşlara yönelen saldırılarda sığınabileceğimiz tek kurum var: Yargı.
Orada adaleti dağıtmakla görevli ve yükümlü yargıçlar bizim haklarımızı koruyacaklar...
Ama o yargıçlar önceliği yurttaşa değil devlete verirlerse ve bu yargının en tepesinde bile böyle ise biz nereye sığınacağız?
Sahi nereye ?