04 Mart 2011

Tanımayanlar İçin Ahmet Şık

Soner Yalçın ve Odatv çalışanları önce gözaltına alınıp sonra tutuklandıklarında tek satır...


Soner Yalçın ve Odatv çalışanları önce gözaltına alınıp sonra tutuklandıklarında tek satır yazmadım. Kimi gazetecilerin ellerinde okurla paylaşılacak somut ve sağlam bilgi olmaksızın Soner Yalçın ve arkadaşlarını aklamalarını, kimilerinin de farklı düşünüp davrandıkları için pataklamalarını okudum ve ayıpladım. Ama yazmadım. 
O ekibi tanımıyorum. Odatv ekranında savundukları siyasal çizgi bende öfke uyandırıyor; yaptıkları gazetecilik türünden, üslubundan ve tarzından nefret ediyorum. Ama bu bana öfkeme, nefretime, kişisel değerlendirmelerime dayanıp o arkadaşları suçlama (ya da aklama) hakkı vermiyor. 
Önceki gün üyesi olduğum, daha önce pek çok ödülünü sevinçle gururla alıp, onurlandığım Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) 2010 yılı başarı ödüllerinden internet medyasına ayrılanın Odatv’ye verilmesini, TGC’nin, bir meslek yarışmasını bir ideolojik kamplaşmada saf tutmaya dönüştürmesi olarak değerlendirdim. O yüzden T24’e de verilen ödüle neredeyse sevinemedim...
Ama yine de Odatv olayı üstüne tek satır yazma hakkını kendimde görmedim ve görmüyorum. İddianame açıklanıp Soner Yalçın ve arkadaşlarının ne ile suçlandıklarını görmeden de yazmaya hakkım(ız) olmadığını düşünüyorum. 

Eğer
Odatv iddianamesinde, bu arkadaşların salt farklı düşündükleri ve yazıp çizdikleri için tutuklandıkları somutlanırsa yeri göğü birbirine katmanın da bir meslek ödevi olduğu kanısındayım. Çünkü benim beğenmem ya da beğenmemem, hoşlanmam ya da hoşlanmamam önem taşımıyor. O arkadaşlar da “öyle bir gazetecilik” yapmayı seçmişler. Buna hakları vardır ve bu hak özgür düşünce adına ve basın özgürlüğü adına duraksamaksızın savunulmalıdır.

*    *    *

Gelelim Ahmet Şık’a...
Ahmet Şık da dün tıpkı Odatv’deki arkadaşlar gibi gözaltına alındı; evi saatlerce arandı. Arama ve gözaltı gerekçesi avukatı Bülent Utku’nun verdiği bilgiye göre “Ergenekon terör örgütü üyesi olmak ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” imiş.
Yani Odatv olayı ile Ahmet Şık ve Nedim Şener olayları arasında biçimsel olarak bir fark yok.
Ama Odatv olayında yaptığımın tersine Ahmet Şık hakkında yazacağım. Hem de hiç duraksamadan...
Çünkü Ahmet Şık’ı tanıyorum.
Çünkü Ahmet Şık’ın -henüz bitmemiş- kitabını biliyorum. O kitabın ham haliyle  gönderildiği, görüş ve eleştirilerinin istendiği az (çok az) sayıda kişilerden biri de benim. (Ham) kitabı okudum ve bu yüzden Ahmet Şık’ın neden gözaltına alındığını şiddetle tahmin edebiliyorum. 
Ahmet Şık “İmamın Ordusu” adını vermeyi düşündüğü kitapta, polis örgütü içindeki gruplaşmaları ve özellikle “Fetullahçı” ya da “Cemaat mensubu” polis gruplaşmalarını ele alıyor ve “Cumhuriyet okulu”ndan edindiği meslek titizliği ile değerlendiriyordu. Üstelik genel geçer anlatımlarla değil ad, belge, gün ve yer belirterek...
Kitap üstüne defalarca konuştuk. Polis içindeki gruplaşmalar, çeteleşmeler üstüne yazmak tuzaklarla dolu bir gazetecilik alanında çıplak ayakla yürümektir. Bu tuzaklara düşmeden yol almanın yolu yöntemi üstüne de, (ham) kitapta bu izlenimi uyandırabilecek bölümlerle ilgili konuştuk, tartıştık.
Bu kitabın varlığının duyulmasının bile polis örgütü içinde yuvalanmış o gruplarda nasıl bir paniklemeye yol açacağını ve o zaman neleri göze alabileceklerini kestirebilecek kadar meslek deneyimim var. Benden genç. Ama Ahmet Şık’ın da var.
Bugün olan da işte şu bir üst paragraftaki cümlelerin ete kemiğe bürünmesidir. Besbelli ki elektronik alanında güçlü teknik bilgileri ve olanakları ellerinde tutan birileri Ahmet Şık’ın kitabını taslak halinde iken ele geçirdiler. Ardından bu kitap metninin Odatv bilgisayarlarına nasıl aktarıldığı, en önemlisi neden aktarıldığı benim için –şimdilik- cevapsız bir sorudur. Ahmet Şık için de bu böyle. Nitekim bunu T24’de bir kaç gün önce açıkça yazdı da.
Yani Odatv bilgisayarlarında Ahmet Şık’ın kitabının çıkması onun gözaltına alınmasına yol açan saldırının sadece kılıfı, görünen yüzüdür. Asıl sebep polis örgütü içindeki güçler (çeteler de diyebilirdim) savaşının bir sonucudur. Polis örgütündeki “İmamın Ordusu” içinde yer aldıkları belgelenen, kanıtlanan güçler Ahmet Şık’ı susturmak, cezalandırmak, yıldırmak için düğmeye bastılar.
Savcının önüne konulan “istihbarat bilgileri” nedir bilemem. Ama gözaltı kararı Ergenekon örgütü üyeliği gibi bir gerekçe ile çıktı. 
Gülmeli mi, ağlamalı mı?
Ergenekon yapılanmasının temeli olan “Darbe Günlükleri”ni gün ışığına çıkaran gazeteci Ahmet Şık, Ergenekon üyesi öyle mi? Buna kargalar bile gülmez. 
Bugünlük bu kadar. 
Ama birileri Ahmet Şık’ın kurda kuşa yem edilmesine seyirci kalacağımızı; Marksist Ahmet Şık’ın milliyetçi ve darbeci çetelerle işbirliği içinde imiş gibi damgalanması girişimlerine göz yumacağımızı umuyorlarsa şimdiden avuçlarını yalamaya başlasınlar.

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim