İki gün bilgisayarı açmadan, televizyon izlemeden, radyo dinlemeden, gazete okumadan kafa dinledim.
Tam “Ohhhh” demiştim ki Pazar günü geldi çattı. Yazı yazanlar bilir, bir iç saat kafanızda sürekli “tık tık” eder ve yazı günü geldiğinde “zırlamaya”, yazı saati geldiğinde ise “Zzzzıııııırrrrrrrrr”lamaya başlar.
Benim iç saat da zırlayınca önce bilgisayarı açtım. Açmaz olaydım. T24 ekranında futbol dünyasında esen kasırgayla karşılaştım. Sonra televizyonlara geçtim...
Aman Allah’ım, “Fenerbahçe Cumhuriyeti”nin en tepesinden başlayıp Sivas, Eskişehir, Giresun, Trabzon dolaylarını vuran kasırga epey telefata yol açmış. Siz bu yazıyı okurken konu sanırım biraz daha aydınlanacak ama yine de başlayan haftada ne yemin krizi, ne Ergenekon duruşmaları, ne KCK tutukluları, ne 169 eksikli Meclis’in hali... Yediğimiz içtiğimiz futbol dünyasındaki kasırga olacak ve özellikle Fenerbahçe ile yatıp Fenerbahçe ile kalkacağız.
Fenerbahçe Eskişehir’e teşvik primi vermiş mi, Sivasspor maçında şike yapılmış mı? Bilemem.
Teşvik de, şike de suç. Cezası kulüp için de, yapan yönetici için de pek ağır. Ama bu kez topun ağzında Fenerbahçe var. Aziz Yıldırım’ın gözaltına alınması başlı başına olay. Tutuklanırsa daha da büyük olay. Ergenekon’da görev başındaki orgenerallerin bile tutuklanıp hapishaneye konmalarına tam alışıyorduk; şimdi de başımıza futbolun orgenerallerinden Aziz Yıldırım başta olmak üzere epey futbol generali, albayı çıktı.
Ülkenin en yakıcı siyasal, ekonomik, sosyal sorunları söz konusu olduğunda tribünde oturup boş gözlerle olup biteni seyreden, hatta tribüne bile gelmeyen ”taraftar” bu kez sahaya inerse hiç şaşmayacağım.
Oysa aynı taraftar gözünün önündeki siyaset şikesiyle ilgilenmemişti bile.
Evet, doğru anladınız. Yine Hatip Dicle olayından söz ediyorum.
O da unutulmaz bir siyaset şikesi değil miydi ve değil mi?
Adam aday oluyor, il seçim kurulu adaylığını onaylıyor. Aynı onay Yüksek Seçim Kurulu’ndan da geçip adaylık kesinleşiyor. Yani ülkenin yargıçlardan oluşan seçim kurulları Hatip Dicle’ye “Tutuklu olabilirsin. Bu milletvekili adayı olmana engel değil” diyorlar. Seçim (maçı) başlıyor. Hatip Dicle’nin takımı maçtan kimselerin beklemediği bir zaferle çıkıyor. Zafere Hatip Dicle’nin milletvekili seçilmesi de dahil. Bu noktaya kadar Hatip Dicle’nin milletvekili olmasına engel bir mahkumiyeti olduğunu bilenler pusuya yatmışlar. Örneğin Hatip Dicle’nin mahkumiyet kararını –hem de jet hızıyla- görüşüp, onaylayıp kesinleştiren Yargıtay’ın, o kararda imzası bulunan bir üyesi aynı zamanda Yüksek Seçim Kurulu’nun da üyesi ve Hatip Dicle’ye milletvekili seçildiğini belgeleyen mazbatanın verilmesini izlemekle yetiniyor.
Keza Hatip Dicle’nin hukuksal engelini bilen AKP elebaşıları il seçim kuruluna itiraz filan etmiyorlar. Onlar da pusuda...
Seçim bitiyor; Hatip Dicle seçiliyor ve AKP’liler itirazı bastırıp, kendi partilerinden bir kadın milletvekili adayının Hatip Dicle yerine Meclis’e gelmesini talep ediyorlar.
Yüksek Seçim Kurulu da yeni öğrenmişcesine Hatip Dicle dosyasını inceleyip milletvekilliğinin iptaline karar veriyor.
Peki bu siyasal şike değil mi?
* * *
Siyaset (=Politika) ülkeyi yönetme sanatının adı. Siyasetçi de “Ülkeyi ben iyi yönetirim” diye halkın önüne çıkıp oy isteyen kişi. Yüksek Seçim Kurulu da seçimlerin kurallara uygun geçmesini, örneğin şike yapılmamasını, seçime hile karışmamasını sağlamakla yükümlü yargı organı. Daha kestirme söylersek siyaset maçının hakemi.
Peki yukarıda özetlediğim siyaset maçı şike değilse, şike nedir?
Siyaset gibi hukukun ve ahlakın egemen olması gereken bir alanda şike yapılmışsa, yapılıyorsa, sporda, hele artık iyiden iyiye bir endüstriye dönüşmüş, milyar dolarların el değiştirdiği futbolda şike olmasına niye şaşalım?
Kendi adıma futbol dünyasında esen kasırga beni şaşırtmadı. “Anasına bak kızını al” halk deyişinden yola çıkıp “Siyasetine bak futbolunu al” dedim ve yazıyı bitirdim...