18 Haziran 2012

Sorular: Önce Kürtlere, Sonra Türklere - 1

PKK’nın 1984 Eruh baskınını başlangıç kabul edersek 28 yıldır süren bir silahlı mücadele dönemi yaşandı...

Başlıktan belli, bu Tırmık yarın da aynı konuda devam edecek. Yine başlıktan belli. Önce Kürt siyasal hareketine bir kaç (aslında bir) soru var.

PKK’nın 1984 Eruh baskınını başlangıç kabul edersek 28 yıldır süren bir silahlı mücadele dönemi yaşandı, yaşanıyor. Kimileri “Düşük yoğunluklu savaş” filan gibi firaklı adlar da yakıştırsalar, eni sonu bu bir savaş. Bir yanda Kürtler’in “gerilla”, Türk milliyetçilerinin ve devletin “terörist” dediği Kürt silahlı güçleriyle Türk Silahlı Kuvvetleri savaşıyorlar. Bazan çok sert, bazan ateşkeslerden doğan soluklanmalarla 28 yıldır sürüp giden bir savaş. Bütün savaşlar gibi kanlı ve kirli. Bütün savaşlar gibi can yakıcı ve amansızca kirletici. Yargısız infazlar, itirafçı çeteleri, yakılan köyler bir yanda; öbür yanda örgüt içi infazlar, yoldaşlık temelinde bir araya gelenleri bağlayan “yoldaşlık” bağının gevşemesi, bazan kopması; zikzaklar, savrulmalar...

Ama bu ayrıntılarla -en azından bugünlük- oyalanmayacağım.

Bilen biliyor, bu 28 yıllık serüveni yakından izlemeye çalışan bir gazeteciyim. Kürt siyasal hareketinin legal ve illegal yayınlarını olabildiğince ve bulabildiğimce takip etmeye çalıştım. Kimileri PKK’ya yakın, kimileri pek yakın, kimileri uzak, kimileri pek uzak Kürt arkadaşlarımla, dostlarımla uzun sohbetler yaptım; sorular sordum, cevaplar aldım.

(Son cümleyi yazınca Orhan Doğan aklıma düştü. İçim bir kere daha sızladı. Bu yazıyı okusaydı, gözlerinin içindeki hilesiz hurdasız gülüşünü yitirmeden ne biçim ve ne kadar yoğun bir tartışma patlatırdı. Heyhat !..)  

Neyse...

Öcalan’ın yazıp çizdiklerinden, Kandil’den gelen açıklamalardan, DEP’le başlayıp, bugün BDP ile süren legal siyasi örgütün sözcülerinden, demeçlerinden, bildirilerinden benim çıkardığım 1984 - 1999 arasında dört ülkeye dağılmış Kürt halkının tek bir ulus-devlet çatısı altında buluşmasını hedefleyen  ve güneydoğu Asya ve Latin Amerika’daki ulusal kurtuluş hareketlerinden esinlenen bir silahlı mücadele dönemi vardı.

1999’da Öcalan Kenya’dan Türkiye’ye getirildikten sonra PKK’nın silahlı gücü  büyük ölçüde Türkiye sınırlarının dışına çıktı ve uzun erimli bir ateşkes dönemi başladı.

Ardından Öcalan’ın avukatları aracılığıyla kamuoyuna aktardığı, savunmasında  uzun uzun üstünde durup teorik temellerini sergilediği bir öncekinden çok farklı bir strateji Kürt siyasal hareketinin “Öcalan - Kandil – Legal parti” kanadına egemen oldu.

Yeni stratejide bir ulus-devlet inşası yerine Türkiye’de, Türklerle bir arada ancak eşit yurttaşlık temelinde yaşama hedefi öne çıktı. Buradaki eşitlik elbette salt kültürel taleplerle, örneğin anadil eğitimi ile sınırlı değildi. Yerel yönetimlerde özerklik, Türkiye’nin eyaletler düzenine geçmesi gibi talepler vurgulanmaktaydı.

Öcalan bu yeni stratejiyi “devlet olmayan devlet” gibi tanımlarla, KCK gibi örgütlenmelerle, bağımsız bir Kürt devleti olmayan, ancak dört ülkedeki Kürtler arasındaki ilişkileri engelsiz kılacak “demokratik konfederasyon” önerisiyle zenginleştirmeye yöneldi.

Zikzaklara, gidip gelmelere, savrulmalara rağmen bu yeni strateji, bu hedef kanımca bugün de geçerliğini koruyor.

Şimdi sıra soruda:

Ayrıntıları bırakın, terimlere, ola ki eksik ya da fazla vurgulara takılmayın ve soruya yalın bir cevap verin.   

İki paragraf yukarıda siyah dizilmiş harflerle özel olarak vurgulanan tespit (=saptama) doğru mudur?

Ben doğru olduğu kanısındayım. O yüzden yarın bu saptama temelinde bu kez de Türk siyasi hareketine bir kaç (aslında bir) sorum olacak...

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"