29 Ağustos 2013

Siz o zincirin neresindesiniz?

1 Eylül nedir? Kimisi için aybaşı. Maaş yatacak, bakkal borcu, ev kirası ödenecek…Kimisi için okulların açılması yaklaştı, artık yazlıktan, tatil beldesinden şehre dönme zamanı… Kimisi için doğum, kimisi için evlilik yıldönümü… Kimisi için sonbaharın başlangıcı. Hüznün mevsimi "güz"ün ilk günü.Sizin için öyle, benim için böyle, başkası için şöyle…

1 Eylül nedir?

Kimisi için aybaşı. Maaş yatacak, bakkal borcu, ev kirası ödenecek…

Kimisi için okulların açılması yaklaştı, artık yazlıktan, tatil beldesinden şehre dönme zamanı…

Kimisi için doğum, kimisi için evlilik yıldönümü…

Kimisi için sonbaharın başlangıcı. Hüznün mevsimi "güz"ün ilk günü.

Sizin için öyle, benim için böyle, başkası için şöyle…

Peki hepimiz için ne ?

Tamam bildiniz !

1 Eylül Dünya Barış Günü’dür.

Bütün halkların bitmeyen, bir türlü de ulaşamayan düşü: Barış…

Bu yıl, geçmiş 1 Eylül’lerden daha anlamlı, daha yakıcı bir barış günündeyiz.

Savaş kapımızda ve savaş tamtamları kulakları sağır ödecek kadar gümbürtülü çalınıyor.

Kim önler savaşı ?

Kim savunur barışı ?

Kim kurabilir kalıcı, onurlu bir barışı ?

Sorulara boş yere cevap aramayın.

Cevap tek: Biz

Evet, evet, biz. Kadın ve erkek, yaşlı ve genç biz !

Öyleyse şu çağrıya kulak verin, kulak vermekle yetinmeyin kulak kesilin:

Bu yıl pek çok kentte, ille de İstanbul’da barışı, "amasız, fakatsız, lakinsiz" barışı savunanlar elele tutuşuyor; insan zincirleri oluşturarak barışı savunmaya kararlı olduklarını ele güne, dosta düşmana, zalime mazluma ilan ediyorlar.

Bu yazı daha bugünden yazılıyor. İşinizi, gücünüzü, buluşmanızı, gezinizi. programınızı ona göre ayarlayın diye.

Bir çağrı var: Özetleyerek aktarıyorum:  

"1 Eylül Dünya Barış Günü'nde şehirlerimizi el ele, barışla örüyoruz!

Bizlere dayatılan hiçbir ayrımcılığı kabul etmiyor, mahallemizden başlayarak tüm Türkiye'de, sağımızda solumuzda kim varsa, inancına, diline, ırkına ve cinsiyetine bakmadan elini tutuyoruz.

Parklardan sokaklara, Eminönü'nden Sarıyer'e, Kadıköy'den Kartal'a, İstanbul'dan tüm Türkiye'ye uzanıyoruz. Biz, evrensel değerlere saygıyı benimsemiş insanlar olarak sadece ülkemizde değil, bölgemizde ve tüm dünyada sevgi, barış ve huzur içinde yaşamak amacıyla, Taksim'den Dikmen'e, Rojava'dan Halep'e, Adeviye'den Tahrir'e, Gazze'den Doğu Türkistan'a, bütün dünyaya ilham veriyoruz, umut oluyoruz!

Bunun için haydi sen de 1 Eylül Pazar günü 13:00'te anneni, kardeşini, komşunu, dostlarını alıp gel, barış için el ele ver! Barışın sesini daha güçlü duyurmak için hayallerin, umutların, duaların, şarkıların, danslarınla bize katıl... Hepimizin kendi nedenleri var. Flamanı, sembollerini evde bırak. Barış için sen 'Sen ol' gel!.."

Bu çağrıyı kim yaptı ?

Çok mu önemli ?

Sen söylenene bak ve karar ver: Elini tuttuğunun kim olduğuna bakmadan elini uzatacak mısın, yoksa kenarda durup seyirci mi kalacaksın?

Haydi yazının başlığındaki soruyu sen kendine sor: Ben o zincirin neresindeyim ?

2 Eylül Pazartesi sabahı yüzünü yıkarken aynadaki "sen"e bak. Gözlerinin içine, derinliklerine bak.

1 Eylül günü o barış zincirine seyirci kaldıysan, zincirin bir halkası eksik kaldıysa aynadaki “sen”den kaçır gözlerini…

Yok dün elele tutuşanlardansan kendine keyifli bir gülücükle göz kırp.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"