10 Şubat 2011

Şirketler Avrupa'sından İnciler...

“Avrupa değerleri” diye bir kavram var. Avrupa Birliği’nin (AB) bu değerler üstünde yükseldiği...

Avrupa değerleri” diye bir kavram var. Avrupa Birliği’nin (AB) bu değerler üstünde yükseldiği söyleniyor.
Bir ölçüde doğru da...
AB’nin Kuruluş Bildirgesi’nde, Kopenhag Kriterleri diye anılan metinde, keza –henüz tüm üyelerce kabul edilmemiş olan- AB Anayasası'nda  bu “değerler” yer alıyor. 
Ancak AB’nin bu günü asıl tanımını AB’nin ekonomik temellerini belirleyen Maastricht Kriterleri’nde buluyor. Örneğin “serbest piyasa ekonomisi” Maastricht Kriterlerinde büyük harflerle yazılan, altı kalın çizilmiş bir ilke... Soldan, insanlığın adalet arayışının bugün ulaştığı noktadan bakarsak Kopenhag Kriterleri ile Maastricht Kriterleri arasında ciddi çelişkiler var. Kopenhag Kriterlerinde yer alan kimi ilkeler istense de istenmese de Maastricht  Kriterleri’ne tam uyulursa kağıt üstünde kalmaya mahkum...
O yüzden Avrupa’da “sol” tanımını hak eden kesimlerin büyük bir bölümü bugünkü AB’yi “Şirketler Avrupası” olarak niteliyor ve çabalarını “Emeğin Avrupası” rotasında yürütmeye çabalıyor. 
Bugünkü AB’nin yani Şirketler Avrupası’nın demokrasi sicili hiç de parlak değil. Bir dizi sabıka kaydı ile kirlenmiş durumda. Yere göğe sığdırılmayan Batı Avrupa demokrasi standartları, serbest piyasa tanrısının isterleri doğrultusunda sık sık ve sistematik olarak çiğneniyor.
AB ülkelerinde bu süreç emekçilerin örgütsüzleştirilmesi, uzun yılların mücadelesine dayanan demokratik, ekonomik kazanımların ve sosyal devlet ilkelerinin hoyratça budanmasında kendini gösteriyor.
AB dışı ülkelerle ilişkilere gelince...
Gelmesek daha iyi. Çünkü bu alanda AB’nin karnesi  öğünç değil utanç notlarıyla dolu. Bu karneyi bütün ayrıntılarıyla sergilemek hem bir gazete yazısının sınırlarına sığmaz, hem yazarın bilgisine... 
Ama aşağıda aktaracağım bir kaç örnek de yeterince anlamlı.
*    *    *
En masumundan (masum?) başlayalım. 
Fransa Başbakanı (Sarkozy değil, o devlet başkanı) François Fillon,  26 Aralık’dan 2 Ocak’a kadar Mısır’da, tatil beldesi Asussan’da çok keyifli bir “yılbaşı tatili” yaptı. Bu gezide karısı ve çocukları da birlikteydi. Tatil sırasında  lüks bir gemide uzun bir “Nil turu” da vardı. Ayrıca tapınak-kent Abu Simbel de gezildi...
Şimdi sıkı durun:  Assuan’daki tatil evi Mısır diktatörü Hüsnü Mübarek’e aitti.  Gezinin gidiş geliş uçak, 6 gün 6 gece yemek, içmek, yatak, Nil turu, tapınak kent ziyareti dahil tüm  giderleri Mısır tarafından ödendi. 30 Aralık günü Hüsnü Mübarek Fransız Başbakanını tatil yaptığı yerde ziyarete geldi ve başbaşa ve uzun uzun görüştüler...
Rezalet patladığında Fransız Başbakanının sözcüsü patronunu şöyle savundu: “Ama o sırada Mısır’daki muhalif gösteriler başlamamıştı ki...”
Fazla söze gerek var mı ? Fransız hükümetinin Mısır’daki demokrasi ve özgürlük arayışındaki kitlelere yakın durması, onlara AB değerleri kapsamında dostluk elini uzatması ne kadar mümkün ?

*    *    *

Bir örnek daha.
AB’nin küçük ama itibarlı ülkesi Lüksemburg’un Dışişleri Bakanı (üstelik sosyal demokrat) Jean Asselborn, geçtiğimiz günlerde Almanyanın itibarlı dergisi Der  Spiegel’in internet yayını Spiegel-Online ile bir söyleşi yaptı. Konu Mısır’dı. Avrupalı bir üst düzey politikacınının ağzından, AB’nin, Mübarek diktası altında inleyen Mısır’a ilişkin tutumunu sergileyen bu çok ilginç söyleşinin bir yerinde gazeteci Hans-Jürgen Schlamp, AB ülkelerinin  bugüne kadar Mısır’da ve başka ülkelerde diktatörlerle, tiranlarla iyi ilişkiler içinde olduğunu hatırlatıp soruyor:
- Peki bundan sonra Mısır konusunda nasıl bir tutum izlenmeli?
Cevap evlere şenlik. Kısaltarak aktarıyorum:
- Tamam. Biz bugüne kadar o diemokratik olmayan devletlerin tepesindekileri gördük, egemenlerin altında yaşayan ve yeteri kadar acı çekmiş insanları görmedik. Gelecekte daha iyisini yapmalıyız.  Ama bunu yapmak o kadar da kolay değil.... Tiranlarla, diktatörlerle daha az  iş yapar ya da hiç yapmazsak bunun AB ülkeleri için ne gibi kayıplara yol açacağını unutmayalım. Çin Brezilya, Rusya, Hindistan ya da dünya pazarlarında rekabete giren başka ülkeler, iş yaptıkları ülkelerdeki demokrasinin durumuna ne kadar önem veriyorlar? Zaten bu yeni süper güçlerin kendilerinde  insan haklarının durumu hiç de iyi görünmüyor.  Ne yapalım yani. Kapıları çarpıp, ‘Bundan böyle sizlerle konuşmuyoruz, iş de yapmıyoruz, ticaret de’ mi diyelim?
Aynı kafa, yani aynı “Maastricht Kriteri”, AB Dışilişkiler Komitesi üyesi çok üst düzey bir diplomatın dilinde daha da kaba ifade edildi:
- Eğer biz insan haklarını ve demokrasiyi her şeyin ölçütü, tek ölçüt olarak alırsak dünyanın yarısı ile iş ve diplomatik ilişkilerimizi kesmemiz gerekir...”

*    *    *

Örnekler yeterince kanıtlıyor.

Şirketler Avrupası
’nda kapitalizmin amentüsü “Kâr ve daha çok kâr” sözkonusu olduğunda Kopenhag Kriterlerini çiğnemek, AB Anayasasındaki ilkelere sırt dönmek, Avrupa değerlerini iş bitinceye kadar unutuvermek ilan edilmemiş bir resmi politikadır.

Emeğin Avrupası
mücadelesine bir de bu gözle baksak mı? 

  

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"