15 Mayıs 2013

Reyhanlı: Rüzgar Eken Fırtına Biçer

Evet, yine Reyhanlı üstüne. Ama 51 (belki daha çok) yurttaşımızın, hem de herhangi bir çatışmanın, savaşın tarafı olmayan 51 (belki daha çok) yurttaşımızın, terörün sinsi saldırısında...

Evet, yine Reyhanlı üstüne.

Ama 51 (belki daha çok) yurttaşımızın, hem de herhangi bir çatışmanın, savaşın tarafı olmayan 51 (belki daha çok) yurttaşımızın, terörün sinsi saldırısında yaşamını yitirdiği gün ve izleyen günlerde “Ala ala ya hey”e ara vermeden “Vur patlasın çal oynasın” makamında devam eden TV kanallarının vicdansızlığı üstüne değil. Bu özellikle TV’lerde karar verici konumlardaki gazeteciler (Gazeteciler?) için silinmez bir kara lekedir. Onları ayıpları ve utançları ile başbaşa bırakalım.

Evet, yine Reyhanlı üstüne.

Ama Reyhanlı cankırımının en az Baas iktidarı kadar “olağan şüphelisi” olan ve AKP iktidarınca  koşulsuz desteklenen Suriye muhalefetinin vahşetini (Daha iyi bir sözcük bulamadım. Aradım ama bulamadım) sergileyen iğrenç ve dehşet verici bir olaydan yola çıkıp Beşşar Esed’i ve Baas iktidarını kan içicilikle suçlayan, kanlı cinayetlerin suçlusu olarak mahkum eden, Reyhanlı’da bile onca cevapsız soru varken “Bu işte Hür Suriye Ordusunun parmağı olmadığı kesindir” diye demeçler verip HSO’yu aklamaya öncelik tanıyan Başbakan’a görmediyse eğer ya da görmezlikten gelmeyi yeğlediyse HSO’nun namlı elebaşılarından  Faruk Tugayı'nın komutanı Ebu Sakkar'ın Suriye ordusuna mensup ölü bir askerin kalbini çıkarıp yediğini gösteren videoyu göstermek için de değil. (İçiniz kaldırıyorsa –benim kaldırmıyor- şu linki tıklayın: https://www.youtube.com/watch?v=4Lht8A2Afrs. İlkel kavimlerde bile böylesine bir vahşetin olup olamayacağını düşünün ve “Baas”ın yerine bunlar gelince Suriye ne olacak” sorusuna cevap arayın)

Evet, yine Reyhanlı üstüne ama yukarıdaki iki paragrafta özetlenmiş konu ve soruları cevaplamak üzere değil…

Çok yalın bir soruya cevap aramak için…

*    *    *

Suriye egemen bir devlet. Başında diktatörlüğe dönüşmüş bir Baas iktidarı ve iktidarı babadan oğula devralacak kadar demokrasiden nasipsiz Beşşar Esed var. Yıkılması Suriye halkının hem çıkarınadır hem onurunadır. Ama onu yıkacak olan da hiç tartışmasız Suriye halkıdır. Onu yıkmak üzere şiddete ya da şiddet dışı yöntemlere başvurmak ne ABD’nin, ne AB’nin, ne Rusya’nın, Ne Çin’in, ne  Israil’in  ve elbette ne Türkiye’nin haddidir.

Suriye bugün bir iç savaş yaşıyor. Bu iç savaşı sona erdirmek üzere diplomatik ve barışçı yöntemlere başvurmak ABD’nin de, AB’nin de, Israil’in de ve elbette Türkiye’nin hakkı, dahası ödevidir. Ama o kadar. Bundan ötesi egemen bir devletin içişlerine zorbaca karışmak olur. Sonucu da bellidir. ABD ve suç ortaklarının Irak’a askeri müdahalesinin sonunda ne olduysa, Suriye’de de o olur.

Bu görüşleri savunanlara dönüp, kaş çatıp parmak sallayıp  “Hııııı… Demek siz Baas iktidarını, Esed diktatörünü destekliyorsunuz” diyen demagoglara metelik vermemek gerek.

“Irak’ta savaşa hayır” diye haykıran ve örgütlenip caydırıcı bir güce dönüşen ve 1 Mart (2003) Tezkeresi’nin reddini sağlayıp, Türkiye’yi bu kara lekeden kurtarmakta payı olanlar ne Saddam’ı destekliyorlardı, ne Irak’taki Baas diktatörlüğünü. Onlar “Irak’ı diktatörden kurtarma” palavrasının ardına gizlenip egemen bir devlete saldıran dünya jandarmalarına karşı çıkıyorlardı.

Bugün de Suriye  için “Suriye’de savaşa hayır” diyen ve gelişmeler savaşa evrilecek olursa savaş şahinlerine dünyayı dar etmeye yeminli olanları harekete geçiren aynı mantık, aynı dünya görüşüdür: Amasız, fakatsız barış !

1950 ve 1960’larda çağın ruhuna uygun olan (ve bugün çağdışı kalan), Mişel Eflak ve arkadaşlarının geliştirdiği Arap sosyalizmi (=İştirakiyyun) ve tüm Arap ülkelerini Baas Partisi saflarında birleştirip antiemperyalist mücadeleyi yükseltme ideallerinin Enver Sedat’lar (Mısır), Habip Burgiba’lar (Tunus), Bumedyen’ler (Cezayir), Kaddafi’ler (Libya), Saddam Hüseyin’ler (Irak) ve Hafız Esed’ler (Suriye) eliyle nasıl hadım edilip birer diktatörlüğe dönüştürüldüğü başka bir yazının konusu olsun.

Biz şimdi Reyhanlı bağlamında o yalın soruya dönelim.

Reyhanlı’da 51 (belki daha çok) yurttaşımızın can verdiği saldırının asıl sorumlusu kimdir ?

Eğer egemen bir ülkenin (Suriye’nin) içişlerine pervasızca, fütursuzca karışıp, Baas diktatörlüğünü şiddet yöntemleri ile devirmek üzere silaha sarılan ve aralarında ölü askerin yüreğini söküp yiyecek kadar insanlık dışı köktendinci terör gruplarının da yer aldığı Suriye muhalefetini tam bir teslimiyetle bağrına basan, silahlandıran, besleyen, barındıran, Suriye sınırından girip çıkışlarını –galiba- örgütleyen, askeri ve siyasal anlamda koşulsuz destekleyen AKP iktidarının, mimarı Ahmet Davutoğlu, cazgırı Tayyip Erdoğan olan bu siyasal tercihi olmasaydı Reyhanlı’da o bombalar patlar ve 51 ve (belki de daha çok) yurttaşımız can verir miydi?

Uzun ve karışık formüle edilmiş bir soru mu oldu?

Peki kısaltalım.

AKP’nin iç savaşta taraf olmayı seçtiği şu uğursuz Suriye politikası olmasaydı Reyhanlı’da o bombalar patlar mıydı?

Bombaları “Kim patlattı, niye patlattı, hesabı neydi” soruları çok anlamlı değil.

Kim ve neden yaptıysa, buna AKP’nin Suriye iç savaşına boylu boyunca taraf olması yol açmadı mı ?

Rüzgar ekinin fırtına biçeceği bir halk bilgeliğidir ve bir kez daha doğrulandı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"