14 Temmuz 2011

Paulus Bartuma ya da Ahmet Türk'ün Soyadı

Haber dün T24'ün manşetlerinden biriydi. Bu sabahın gazetelerini henüz görmedim...


Haber dün T24'ün manşetlerinden biriydi. Bu sabahın gazetelerini henüz görmedim. Ama Anadolu Ajansı'nın “çok ama çok” şey anlatan haberini atladılarsa meslektaşların mesleki bir abdest tazelemeye şiddetle itiyaçları var demektir. 
Haberin girişini aktarıp hatırlatayım:
Favlus Ay olan ad ve soyadını Süryanice Paulus Bartuma ile değiştirmek için dava açtı. Davaya bakan Midyat Asliye Hukuk Mahkemesi, Soyadı Kanunu'ndaki '... yabancı ırk ve millet isimleriyle...' ibaresinin anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi kanunla 'Milli birlik ve bütünlüğün sağlanmasının amaçlandığına' dikkat çekerek uygulamayı 'hukuka uygun' buldu ve Midyat Asliye Hukuk Mahkemesinin iptal istemini reddetti...”
Haberin özü, özeti bu kadar...
İptali reddedilen ve Anayasasında “demokratik hukuk devleti” olduğu iddia edilen Türkiye'nin Soyadı Kanunu şöyle diyor:
“Rütbe ve memuriyet, aşiret ve yabancı ırk ve millet isimleriyle umumi edeplere uygun olmayan veya iğrenç ve gülünç olan soyadları kullanılamaz”
Böylece Süryani yurttaşımız Favlus “Ay”  olan soyadıyla yaşamaya devam etmek zorunda.  Her ne kadar annesi onu “Paulus, yavrum bak ne diyeceğim...” diye başlayan cümlelerle çağırıyor olsa da, mahalleli onları “Şu bizim Bartumalar var ya...” diye başlayan cümlelerle anıyor olsa da o Favlus Ay'dır ve bunu değiştirmeye kalkarsa Anayasa Mahkemesin dokuz üyesine göre ülkeyi bölmeye kalkıyor demektir ve buna elbette izin verilemez.
Bereket böyle ulusal bilinci güçlü yargıçlarımız var da ülkemiz bölünmekten kurtuluyor!..
İyi güzel de yasada yer alan “yabancı ırk ve millet isimleriyle” cümleciği ne demektir? Yoksa “büyük Türk büyükleri” arasında yerini çoktan almış Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt'ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir, şeklindeki veciz sözün anlamı Türk milleti kavramının Türk ırkı ile eş anlamlı olmadığıdır” veciz sözüne mi itibar edeceğiz? Bu bayat yemek daha ne kadar ısıtılıp ısıtılıp önümüze sürülecek?
Bir ulus-devlet inşa etmek için kolları sıvayan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının tutumunu o “dönemin ruhunu” da göz önüne alıp ve kendimizi zorlayıp anlayabiliriz.  Bütün dünyada milliyetçiliğin egemen olduğu, ulus-devlet trenine en geç binen halklardan Türklerin ulus bilincine kavuşmaları için böyle tanımlar üretildiğini, buna “Bir Türk dünyaya bedeldir” ya da “Ne mutlu Türküm diyene” gibi yüreklendirici sloganlar eklendiğini biliyoruz. Bir ulus devlet kurmanın kaçınılması güç hoyratlıkları içinde bu ülkenin yurttaşları olan Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin, Kürtlerin yok sayıldığını da biliyoruz. Ama 2011 yılında hala bu söze sığınmayı, bu tutumda ısrar etmeyi anlamak mümkün mü ?
Süryani yurttaşımızın soyadı Ay yerine Bartuma olarak değişirse ülkenin bölüneceğini sanmaya varan paranoya özünde derin bir özgüven yokluğunu ve yoksunluğunu yansıtmıyor mu?
Sorular soruları doğuruyor.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Türk, Öztürk, Türkoğlu, Ertürk gibi soyadlarının şaşılacak kadar çok olduğu dikkatinizi çekti mi? Kanco aşiretinden, Sino'dan olma, Medine'den doğma, Mardinli, Kürt oğlu Kürt Ahmet'in babası soyadı olarak “Türk”ü seçti mi, seçmek zorunda mı kaldı? Zorunda kaldıysa neden kaldı?
Hrant Dink'in nüfus kağıdında adı niye Fırat idi dersiniz? Nüfus memurunun dikkatsizliği filan mı, yoksa?..
Benim gibi Türk olanlar için küçücük ilkokul öğrencisi iken her sabah okuduğumuz “ant” çocuk bilincinde yaralar açmadı. Sadece “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” cümlesinde “Yani ölecek miyim” gibi gelip geçici ve çocuksu bir korkuya kapıldığımı hatırlıyorum.
Peki aynı andı her gün yüksek sesle söylemek zorunda olan Kürt, Ermeni, Yahudi, Rum çocukları için de öyle mi ve o kadar mı ? Çocuk her sabah ”Türküm...” diyor ve Türk değil; her sabah “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” diyor ve “Niye varlığımı sadece Türklere armağan edeceğim” diye soruyor.  Ama anababası sıkı sıkıya tembih ettiği için mi, yoksa evde esen havadan sezdiği için mi bilemem, bu soruyu sadece “içinden” sorabiliyor...
*   *   *
Anayasa Mahkemesi’nde dokuz üyenin oy çokluğu ile verdiği karar bir anlamda önemsiz bir mahkeme kararından ibarettir.
Ama bir başka anlamda 2011 yılı Türkiye'sinde ne kadar çok kuralın, ilkenin, yasanın, alışkanlığın, adetin, buyruğun sorgulanması ve yeniden ele alınması gereğini yansıtan mükemmel bir aynadır da...

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"