Hoşbuldum.
Ya da kör talih.
Sen tut İstanbul’un en şenlikli, en güzel günlerinde çooook uzaklarda ol. Hem de yellim yepelek, sersem sepelek dolanan turist ol. Dahası direniş şenliğinin ya da şenlik gibi direnişin şiddetle göğüs göğüse geldiği en zorlu gecede ve sabahta gökyüzünde, bir uçak koltuğuna gömülmüş, Atlantik aşırı uçuyor ol.
Olsun. Yine de hoşbuldum…
Ve sahiden hoş buldum.
Direnişin beşinci gününde, internette, gazetelere yazılıp çizilenleri hızla tarayıp ne olup bittiğini, ayrıntısını, perde arkasını anlamaya çabalar; T24 amelesinin dolaysız gözlemlerini birbirine ekleyip sonuç çıkarmaya uğraşır; bizim Ahmet Küçük’ün göz çanakları kızarmış fotoğrafına bakıp “Niye ağladın ki sen” sorusuna “Ağlamadım abi, gaz yedim de ondan” cevabını anlamlandırmaya gayret eder; Taksim meydanı ve gezisindeki kalabalığın arasında keyifli, şaşkın dolanır; 10 kişilik örgütünü 110 pankart, 210 bayrakla temsil etmeye çalışan “Ha gayret yarın devrim olacak” havasındaki delikanlılara “Abarttınız ama olsun. Bugün atış serbest” diye takılırken bir yandan da bu kadar büyük bir bilgi (information) yığınının altından nasıl çıkılır diye kara kara düşünmekteydim.
Bindiğim taksinin genç şoförü sorunu iki cümle ile çözdü:
- Patlayacaktı patladı abi. Ağaçlar bahane oldu. Valla iyi oldu di mi abi?..
* * *
Doğru.
Patlayacaktı patladı.
Çoktan birikmeye başlamıştı.
Hayır. 2002 Kasım’ında AKP tek başına iktidar olduğunda değil. Eylül 2010’daki 12 Eylül Anayasasını kimi yeterli, çoğu yetersiz yamalarla değiştirmeye yönelik referandumda da değil.
Ama mesela Suriye havasahasını ihlal eden ve düşürülen jet uçağıyla ilgili yalan üstüne yalan düzerek bizleri kandırmaya kalkışıldığında, kendi ettiğini örten kedi misali bilinçli bilgi kirliliği yaratıldığında birikmeye başlamıştı.
Roboski cankırımını bir bilinmezlik sisi ile örtüp suçunu (evet suçunu) gizlemeye çabaladıklarında ve bunu durmaksızın sürdürdüklerinde ve zamanın unutturucu gücüne sarıldıklarında birikti.
Kürt sorununu Kürt kitlelerin dinsel inançlarını gıdıklayarak çözmeye, olmadı idam ipi ile dolanmaya başlandığında birikti.
Birkaç ay önce el sıkışıp, ailece ziyaret edilip, sarılıp öpüşülüp kucaklaşılan Beşşar Esed ile birden kanlı düşman olup, Suriye bahanesi ve manivelası ile Ortadoğu’da sünnilerin önderliğine soyunmak gibi lafı bol, içi boş bir siyasal yörüngeye girildiği ve bu zırva politik tercihi desteklemeyenlere yağıp gürlemeye başladığında birikti…
Paris’te öldürülen üç Kürt kadını ile ilgili “Sonuna kadar araştıracak, bu cinayeti aydınlatacağız” deyip sonra kıllarını bile kıpırdatmadan, Fransa’ya “Ne oldu efendiler, o soruşturmanın sonuçlarınını bize bildirin” uyarısında bulunmaya bile yanaşılmadığında birikti…
Reyhanlı’da patlamadan hemen sonra (yoksa önce miydi) suçluları saptayıp, iki günde yakalayıp, itiraf ettiklerini medyaya sızdırıp ardından derin bir sessizliğin ardına çekildiklerinde birikti.
Genç kuşakları alkolden koruyoruz dümenine yatıp içki kısıtlamalarını torba yasanın içine tıkıştırıp çıkardıklarında birikti.
Sonra birikim birden hızlandı.
Çünkü AKP’nin tepesinin tepesi atmış, zembereği boşalmıştı.
“İki tane ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da inancın emrettiği bir gerçek niçin sizler için reddedilmesi gereken bir olay haline geliyor?” diye zırvaladı.
“Kimin inancı? Senin inancın seni bağlar, herkesi değil efendi” diyen oldu mu bilemiyorum.
Bildiğim boşalmış zemberekten yeni inciler geldi: “İtiraz beyhude Taksim’e o kışla yapılacak… AKM’yi de yıkacağım; yerine daha estetik bir şey yapacağız… Taksim kışlası tarihi eserdir. Orada AVM de olacak, müze de olacak, mağazalar da olacak… Taksim’e cami de dikeceğim…”
Eh bu kadar birikirse patlardı ve patladı…
Şu andaki eveleme geveleme, tükürdüğünü usturuplu yalama, süngüsü düşük pozlarda soruları laf kalabalığına getirme falan filan…
Boşverin.
Gezi eylemi Tayyip Erdoğan ve takımına ders oldu. Ağır bir ders. “Millet ne derse o olur” gibi demokrasiyi seçim sandığına indirgeyen sığ ve basmakalıp anlayış gezi direnişine çarptı.
Eylemin gücünden pay kapmak isteyen ulusalcı tosunların Onuncu Yıl marşı ile sokaklarda turlamaları, daha önce hiç ilgilenmedikleri Taksim gezisine yönelip “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” oyununa hız vermeleri hiç önemli değil. Her zaman olacak. Sırrı Süreyya’nın fırlama zekasından çıkan “Yemezler gözüm. Ambulansın arkasından gidip hız yapan araba gibisin” sözü iyi anlatıyor. Her etkili eylemde, “eylem hırsızları” çıkar.
Bu defa da çıktı. Bundan sonra da çıkacak.
Biz işimize bakalım. Biz işimize baktıkça ve işimizi iyi yaptıkça herkes demokrasinin kazanılması gereken ve kazanılabilir bir hedef olduğunu kavrayacak...