Yerel seçimlerin İstanbul ayağı üstüne bir Tırmık yazdım. Yaşadığım kentte benden (bizden) oy isteyenlerin neden onlara oy vermemiz gerektiğini bana (bize) iyice anlatmaları gerektiğini vurgulamaya çalıştım.
Artık ben mi derdimi anlatmayı beceremedim, yoksa kimileri mendil görse şey mi sanıyorlar bilmiyorum; ama e-posta yağmurundan sırılsıklamım. Çoğunluğu, çok büyük çoğunluğu, kimi nezaketle, kimi küfür kıyamet sınırında akıl veriyor: Mart’taki yerel seçimlere kadar oyların bölünmesine yol açabilecek her türlü yazıdan, imadan, sözden kaçınmak bir yurttaşlık göreviymiş…
Oyları bölmemekten kasıt da AKP’nin karşısında bir seçmen bloğu oluşturmak ve AKP’yi İstanbul kent yönetiminden alaşağı etmek. Zaten İstanbul’u kaybederse arkası kendiliğinden gelirmiş…
İstanbul’u AKP’den kurtarmak bence de önemli ve değerli. Gezi direnişi sırasında somutlandığı gibi Tayyip Erdoğan sadece başbakan değil, o kendini hâlâ İstanbul’un da belediye başkanı gibi görüyor. İstanbulluları doğrudan etkileyecek, hem de pek fena etkileyecek projeleri önümüze bu kentin belediye başkanının koymasına bile tahammülü yok. Üçüncü köprüden, üçüncü havalimanına, “Kanal İstanbul” çılgınlığından Taksim’e Topçu Kışlası dikmeye kadar bütün kararları o veriyor; o açıklıyor; o savunuyor. Bu konularda Kadir Topbaş’ın ne dediğini, ne düşündüğünü, önerilenleri benimseyip benimsemediğini ben bilmiyorum. Bilen varsa beri gelsin…
Tamam, bu projeler İstanbul büyükşehir belediyesini de aşan, ulaştırma bakanlığının, bayındırlık bakanlığının, karayolları genel müdürlüğünün üstleneceği, planlayıp gerçekleştireceği dev boyutlu projeler olabilir. Ama bunlar İstanbul’a yapılıyor ve İstanbul belediyesi –mesela başkanı- itiraz etmediği sürece bu suçları paylaşıyor demektir.
O yüzden elbette İstanbul belediyesinin AKP’den kurtarılması pek iyi olur. Böyle bir seçim sonucu –adaylığı kesin görünen- Kadir Topbaş’ın yeniden seçilmeyişinden çok İstanbul’un Tayyip Erdoğan’dan kurtulması anlamına gelir.
Ama bu kararı İstanbullu seçmen verecek. İstanbul belediyesini 1994’den bu yana, yani tam 19 yıldır AKP yönetiyor. Seçmen 19 yıl içinde yapılanları beğenir mi beğenmez mi; içlerinden yüzde 50’si oylarını bu seçimde de AKP’ye verir mi, vermez mi bilemem.
Siz de bilemezsiniz. Göreceğiz…
Ama Mart 2014 yerel seçimlerinde İstanbullu seçmenin, hani şu saflarından gezi direnişi çıkaran seçmenin en az yüzde 50’si oyunu Kadir Topbaş için, yani AKP için, yani Recep Tayipp Erdoğan için kullanmazsa ne olacak?
Kime ve niçin oy verecek.
Bana gelen e-postaların bu konuda en ufak bir kuşkusu yok: “Oylar CHP’ye” diyorlar ve başka bir şey demiyorlar…
Neden?
Daha önemlisi hangi CHP’ye?
Hem profesör hem milletvekili Süheyl Batum’un, hem profesör hem milletvekili Birgül Güler Ayman’ın, tıp doktoru ve eski milletvekili Canan Arıtman’ın ve benzerlerinin CHP’sine mi?
Biliyorum Sezgin Tanrıkulu’nun, Gülseren Onanç’ın, Atila Kart’ın, Musa Çam’ın ve benzerlerinin de bir CHP’si var. Ama bu iki CHP aynı parti değil. İki CHP’yi bir ve aynı parti sananlar ya yanılıyor ya fazla saf.
Yani “Aman oylar bölünmesin” diyenler bal gibi “Oylar CHP’ye” demekteler ve bırakınız seçmen olduğundan beri (1965) CHP’ye hiç oy vermemiş biri olarak benim gibileri, CHP’liler arasında bile oylar çoktaaaan bölünmüş.
Oyları kendi içinde bölünmüş bir partiyi işaret edip “Aman oylar bölünmesin” demek biraz komik olmuyor mu ?