Bu bir kaçamak.
Afganistan’dan Kandil’e, oradan Fatsa’ya deli dana gibi dört döndükten sonra birkaç günlüğüne sığındığım bir “ada” kaçamağı…
Sessizliğin sesini dinlediğim, çiçeğe durmuş zeytinlerin, baygın kokan katırtırnaklarının, yeşilin fışkırdığı yamaçların ve denizin düzgün gitgellerle öptüğü kıyının hemen dibinde bir kaçamak…
Beton, asfalt ve egzos gazından çooook uzak, balıkçı motorlarının derinlerden gelelen homurtularını gürültü değil musiki gibi algıladığım bir kaçamak…
Doğa uyanmış da tam uyanmamış. Henüz mahmur. Yeşil fışkırmış ama yılanlar, tarla fareleri –galiba- henüz ve hâlâ kış uykusunda. Yakın arkadaşım “Hırsız Saksağan” da ortalıkta görünmedi bütün gün. O da kış uykusunda mı acep? Yoksa geldiğimi farkeder, gelir, çınarın dalına konar, tırtıklayacak ne var, ne yok bakardı.
Evin önündeki “kınalı yapıncak” asması çardak olmayı şimdilik reddediyor. Filizler güneşe doğru uzanıyor. Onları yola getirmek, yatırıp yazboyu gölge verecekleri bir düzene sokmak gerek. Ama o kadar tazeler ki eğsem kırılırlar. Bırakayım şimdilik dağınık kalsınlar…
Marmara Adası’nın merkez köyü Marmara’nın bir iki kilometre uzağında, Miskinler koyundayım. Koyun adı bile bana pek uygun: Miskinler… Bir tas kahve, iki parmak konyak eşliğinde miskinliğin kucağında…
Tam karşımda Avşa adası aysız ve yıldızsız bir gecede bir ışık çizgisinden ibaret. Ekinlik zaten sırtını bize dönmüş, orada olduğunu bilmesem varlığının farkında değilim. İleride insansız Koyun adası ve sadece kuzeye bakan tek köyü görünen Paşalimanı adası. Görünen o tek köy Poyrazlı. Ama Marmara’nın Girit kökenli sakinlerinin dili dönmüyor, onu hep Rumcasıyla anıyorlar: Vori…
* * *
Ey okur alışıldık Tırmık boyunda bir yazıya mecbur muyum? Bugün yazı günüm filan değil. Yine de yazıyorum. Çünkü bu “Ada” kaçamağında gizlenen mutluluğu sizlerle paylaşmak istedim. Hepsi bundan ibaret.
O yüzden yazı da bundan ibaret…