Ne haftaydı ama !..
Yok edilişinin altıncı yılında kanayan yüreklerimiz, öfke çığlıkları fışkıran bilincimiz ve hiç tükenmeyen özlemimizle O’nu, Hrant Dink’i uğurlamaya çabalıyorduk. Birden bir “haber ustası”nı, Birand’ı yitirdik. Demeye kalmadı bir başka akranım, Cumhuriyet’te uzun yıllar kapı yoldaşlığı ettiğim, yazılarımızda dövüşüp, biraraya gelince rakı şişelerinin dibine keyifle vurduğumuz Toktada (Toktamış Ateş) çekti gitti.
Acep sıraki kim ?
Hangimiz ?
Cumartesi günü Önce Birand’ı uğurladık;aynı gün, Birand’ın hemen ardından Hrant’ı bir kez daha uğurladık. Herhalde pazartesiye de Tokta’yı yolcu edeceğiz.
Herbiri kendi meşrebince şiddetten arınmış, eşit haklı yurttaşların Türkiye’sinden yanaydılar. Kimi bunun mücadelesini iyi yaptı, kimi çok iyi.
* * *
Eşit haklı yurttaşların ülkesi için yaşamın her alanında ve yöntemlerin her türlüsünü kullanarak mücadele eden Kürtler için de zor bir haftaydı.
Paris’te kalleşçe yok edilen üç Kürt kadın siyasetçi önce Diyarbakır’da uğurlandı; sonra doğup büyüdükleri topraklarda…
Bütün bir haftayı, zaten aramızdan çekip giden arkadaşlarımız, meslektaşlarımızın kederi ile geçirirken Diyarbakır’daki uğurlama töreni için de “Kürtlerin sınavı” yakıştırması karşımıza çıkarıldı.
“Zor bir haftaydı” dedim. Okumakta olduğunuz yazıya birkaç kez başladım ama araya Hrant girdi (daha çok girmeliydi; az girdi; ama girdi); Birand girdi, başka konular girdi.
Oysa…
Oysasavaşın diliyle konuşmaktan asla geri durmayan siyaset bezirganları ile Kürtlere tepeden bakmayı alışkanlık edinmiş, onlara hak tanımayı bir tür “lütuf” gibi gören kimi kalem erbabı “Bir provokasyon olursa Kürtlerin barış filan istemediği kanıtlanır”mantığını ve belli etmemeye çabaladıkları “provokasyon olur umud”unu temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp hafta boyu önümüze sürdüler.
Ne Paris’te öldürülen üç Kürt kadının anababalarının acılarını yüreklerine gömüp “Barış, ne olursa olsun barış” vurguları, ne Diyarbakır’da ak yeldirmeli kadınların başını çektiği, onurlu yas töreni bu uğursuz mantığı yineleyenlerin hızını kesmedi. Bizleri “Acep bu herifler ve kadınlar provokasyon olsun mu istiyor, olmasın mı” sorusunu sorduruncaya kadar yinelediler, söylediler, yazdılar…
“Kim, kimi, ne sınavına sokuyor ve ne hakla sokuyor” sorusu arada kaynadı gitti.
Olsun. Bugün soralım:
Kürtleri “barış sınavı”na sokanlar, o acılı uğurlama törenini akıllarınca bir sınava çevirmeye yeltenenler kendi kendilerine dönüp benzeri bir sınavın içinde olduklarını düşündüler ve bu sınavdan nasıl çıktıklarını, çıkacaklarını hiç sordular mı ?
Diyelim ki Diyarbakır’daki o yürekleri yakan acılarla yoğrulmuş uğurlama töreni bir “sınav”dı.
Peki Kürtler sınavı başarıyla geçtiler. Hık-mık etseniz de siz bile bunu kabullenmek zorunda kaldınız.
Peki şimdi siz ne yapacaksınız?
Uzun, zorlu ve bıçağın sırtında geçeceği besbelli bir barış sürecini “PKK silah bıraksın; ülkeyi de terketsin” indirgeyen zihniyetin bu sınavdan geçme şansı var mı? Olabilir mi ?
Silahların susması, ülke içinde hak arayışlarını namlularla dile getirmeyi yeğleyen silahlı güçler bulunmaması barış sürecinin bir halkasıdır ve ilk halkalarından biridir. Süreç, Kürtlerin artık PKK gibişiddeti siyasal mücadele yöntemi olarak seçmiş bir örgüte ihtiyaç duymayacakları yani eşit haklı yurttaşlıklarının yaşamın her alanında ete kemiğe bürüneceği bir hedefle noktalanır.
Bizim sınav dediğimiz de budur ve sadece budur.