Baktım; son Tırmık’tan bu güne topu topu 10 gün geçmiş.
Bana sanki bir yıl geçmiş gibi geldi.
Hayır, yazı yazmayı özlediğimden filan değil. Benim gibi sultani bir tembel, kaç ”yazı günü”nü boş geçirmeyi becerirse onu kâr sayar. “Bir yıl geçmiş gibi geldi” dediğim şu on günde olup bitenler.
Hatırlayın:
On gün önce 7.2’lik Van–Erciş depreminin yaralarını sarmaya çabalıyorduk ki 5,6’lık “artçı darbe” geldi. Sınır tanımayan Japon doktor Miyazaki, biri çok genç, biri çok deneyimli iki haberci Cem Emir ve Sebahattin Yılmaz’la birlikte 40 yurttaşımız çöken Bayram ve Aslan otellerinin çürük betonlarının altında can verdiler. Ağır hasarlı otellerin müşteri kabul edebilmesine yol açan “cinayetin” suçluları hâlâ aranıyor; bulanacağını da sanmıyorum.
Aynı on gün içinde İtalya’nın vahşi ve soytarı kapitalisti Berlusconi yapıştığı iskemleden koparıldı ve yollandı. Borcu yıllık gelirine yaklaşan İtalyan ekonomisinin –ve hükümetinin- başına “süper Mario” diye anılan Mario Monti geliyor. Ben “İtalyan Kemal Derviş’i geliyor” demeyi yeğler ve en azından T24 okurlarına İtalyanların “başına ne geleceğini” daha kolay anlatmış olurum. Fransız ve Alman bankalarından alınan ve Berlusconigillerin cebine akan milyar ve milyar Euroları şimdi İtalyan halkı ödeyecek...
Aynı on gün içinde her 100 liralık yıllık gelirine karşılık 143 lira borcu olan, yani batmış ve kendi olanakları ile bataktan çıkmasına olanak kalmamış Yunanistan’da sosyal demokrasi ile serbest piyasa ekonomisini aynı kazanda kaynatabileceğine inanmış Yorgo Papandreu Avrupa’nın finans sermayesinin siyasal temsilcileri Merkel ve Sarkozy karşısında diz çöktü, el bağladı, boyun büktü ama sökmedi.
Papandreu çok gecikmiş olarak sosyal demlokratlığını hatırladı ve son kozunu oynadı. “Yunanistan’ın borçlarının bir bölümünü silmeye karşılık uygulanması için dayattığınız ekonomik programı referanduma götürüp halka soracağım” dedi ve AB’nin gerçek patronları keskin dişlerini gösteriverdiler. Yunan halkının referandumda “Ödemiyoruz lan ! Ne yani, canımızı mı alacaksınız” deme olasılığı bile Avrupa finans sermayesi için göze alınabilir bir risk değildi. Sonuç Papandreu gitti, yerine daha önce Avrupa Mearkez Bankası Başkan Yardımcılığı görevinde finans kapitalizmini tanıyan ve finans kapitalistlerinin kendisini tanıdığı Lucas Papadimos geldi. Ben Yunanistan’ın başına “Yunan Kemal Derviş’i geldi” demeyi yeğler ve en azından T24 okurlarına Yunan halkının “başına ne geleceğini” daha kolay anlatmış olurum. Yunan Papadimos’un işi İtalyan Monti’den daha kolay. Çünkü halkına içireceği acı (çok acı) ilacın reçetesini Merkel ve Sarkozy çoktan onun eline sıkıştırdılar. Böylece Avrupa’nın en namlı ve güçlü tefecileri Alman Deutsche Bank ve Fransız BNP Paribas da Yunanistan’a verdikleri borçları kurtarıp derin bir nefes aldılar. Batan paraların bir bölümünü Alman ve Fransız halkı ödeyecek, kalanını da ağır ağır ve canı yana yana Yunan halkı... (Tabii bunlar olup biterken Türkiye’nin iktisat ulemasından kimileri ekranlarda boy gösterip, gazetelerde yazı döktürdüler ve “Yunanistan’da bir tramvay vatmanı bile 3.000 Euro maaş alıyordu. Yani olacağı buydu. Bol bol yiyen bel bel bakar” diye ahkâm kestiler. “Keşki sıradan bir tramvay vatmanı bile ayda 3000 Euro maaş alabilse. Ne güzel olur” demeyi akıllarından bile geçirmediler...)
Yine aynı on gün içinde Kurban Bayramı idrak edildi; otoyol kenarlarında, gözden ırak sokaklarda, dereboylarında koyunlar, koçlar, danalar kesildi; akan kanlardan İstanbul’da boğaz kızıla kesti; din alimleri “Kurban sizi Tanrıya yakınlaştırır” diye ne anlama geldiğini kendilerinin de bilemediği fetvalarla çok bin yıllık ilkel bir geleneğe dinsel kılıf takmaya çabaladılar...
Yine aynı on gün içinde Mustafa Kemal ölümünün 73. yılında anıldı. Kimileri kendi ideolojik tercihleri doğrultusunda Atatürk’ü saygıyla andılar; kimileri anma bahanesiyle “kemalist ideoloji ve devlet modeli”ne övgüler düzdüler; İzmir’de bir kadının ise zembereği iyiden iyiye boşaldı ve “Atatürk anma tapusu” kendisinde sanıp, beğenmediklerini anma etkinliğinden kovmaya kalkıştı.
Yine aynı on gün içinde milli futbol takımımız, 2002’de kurra cilveleriyle pek de ciddi rakiplerle karşılaşmadan finale kalıp dünya üçüncüsü olduğu günlerin mahmurluğu içinde Avrupa futbolunun çetin cevizi Hırvatistan’dan kendi sahasında üç gol yiyip elendi; bu yenilgi üstüne futbol geyiklerinde patlama yaşandı...
* * *
Yine aynı on gün içinde Aydın Engin yazı yazmaktan arsızca kaytardı; bir kaç günü Marmara Adasında (çok soğuktu), geri kalanı İstanbul’da tembellik tanrıçası ile kırıştırdı.
Ne çare ve ne yazık ki o on gün bitti ve tilki, kürkçü dükkanına döndü...