Zere’yi yazmak istiyorum; kanserin kemirdiği bedeni küçülmüş, inancı ve direnci artık sadece gözlerinde ışıldayan o genç kadını, Güler Zere’yi...
Gel gör ki yazı yürümüyor... Yerine oturan sözcükler bulunamıyor; cümleler yavan ve soğuk kalıyor...
Yazı nasıl yürüsün?
Bu genç kadını belki ölüme yolculuktan kurtaracak, en azından ölümü geciktirecek, yaşamın pınarlarından birkaç yudum daha cansuyu içmesini sağlayacak bir “rapor”un hazırlanması 86 gün sürdü.
Söyler misiniz, kanser gibi ölümcül ve somut tanı olanağı bulunan bir hastalık için 86 günlük ölümcül bir bekleyiş yaşanırken, sapkın cinsel duygularını küçücük bir kız üstünde uygulamaya kalkan Hüseyin Üzmez’i aklayan “ilk” Adli Tıp raporu kaç günde çıkmıştı?
Söyler misiniz, raporun gecikmesiyle ilgili eleştirileri aklınca yanıtlamaya kalkan Adli Tıp Başkanı’nın “Karar verirken hastanın yararını düşündüğümüz kadar, toplumun bazı kesimlerinin düşüncelerini de düşünmek zorundayız”diyebildiği bir ülkede yazı nasıl yürüsün?
Adli Tıp Kurulu Başkanı bir hasta ile ilgili rapor yazılırken tıp bilimini değil, “Toplumun bazı kesimlerinin düşüncelerini” de gözetmekten söz ediyorsa “Kimdir ya da kimlerdir o toplumun bazı kesimleri” sorusu bile anlamını yitirmiyor mu?
Yazı yürümüyor...
Bir hıçkırık mı?
Belki.
Bir öfke?..
Elbette...
Unutmayın bu ülkede devlet, ölüm orucuna yatmış, bedenlerini mermi yapıp yaşamın namlusuna sürmüş gencecik kadınların ve erkeklerin direncini kırmak için bombalarla, uzun namlulu silahlarla ve hatta kimyasal silahlarla bir kırım, bir kıyım operasyonu düzenlemiş ve bu operasyonun adını “Hayata dönüş” koymuş, koyabilmiştir...
Sözün bittiği yerdeyiz yine ve kimbilir kaçıncı kez...
Güler Zere’ye özgürlüğünü vermeseniz de olur efendiler.
O artık zaten özgür. Bu aşamadan sonra ona hiç, ama hiçbir şey yapamazsınız.
Siz “toplumun bazı kesimleri” ile kirli, kanlı hesaplarınızı sürdürmeye devam edin...
86 gün Adli Tıp binasının önünde çadır kurup nöbet tutanlar nasıl olsa “toplumun bazı kesimleri”nden değiller...
* * *
Yazı yürümüyor.
Sözün bittiği yerdeyiz yine ve kimbilir kaçıncı kez...
Yazı yürümüyor...
Bir hıçkırık mı?
Belki.
Bir öfke?..
Elbette...