Dün meslekte değil, sosyalizm yolundaki öğretmenlerimin en iyisini andık. Adı
Behice Boran’dı. Ölüm yıldönümüydü. Sevenleri, bencileyin öğretmen bilenleri, yol arkadaşları, yoldaşları da andılar. Ben epey uzaklardaydım. Tek başıma andım. Ondan öğrendiklerimi hatırlayarak, onunla yaşadıklarımı (yazık pek azdı) hatırlayarak ve üstüne çökmüş kederli (kederli, evet) bulutların ve çiseleyen yağmurun altında Avrupa’nın dört bir yanından kopup gelmiş
bizlerin (evet, bizlerin) ıslak gözlerle sessizce selamlaştığı o Brüksel gününü, 10 Ekim 1987’yi hatırlayarak...
* * *
Hatırlamak...
Ergenlik sivilcelerinden yeni kurtulmuş, hamhalat, yaşam deneyleri ve bilgileri çok sınırlı delikanlılardık. Bilgilerimiz değil galiba sezgilerimiz bizleri henüz bebek olan Türkiye İşçi Partisi’ne taşımıştı. 1962’ydi. Bizi adam yerine koyup saatlerce bıkmadan, yüksünmeden “Sosyalizm fakir fukaraya merhamet disiplini değildir delikanlılar. Sosyalizm bilimdir. Dünü, bugünü ve yarını anlama, açıklama bilimidir” diyen Cemal Hakkı Selek’i (Pınar Selek’in dedesidir, öğretmenlerimizdendir) tam da anlayamamıştık. İstanbul Cağaloğlu’ndaki TİP Genel Merkezinde partiye yeni katılmış ve bizlere hemen abla, öğretmen ve arkadaş oluvermiş Behice Hanıma (ona hep Behice Hanım dedik. Sonuna kadar) sormayı göze aldık. Dudaklarını uzata uzata o genizden gelen sesiyle “Kapital çevrilmedi Türkçeye henüz. Ama çevrilecek. Orada aslını okuyacaksınız. Okumadıkça da sosyalizmi öğrenmiş olmayacaksınız” dedi ve en yalınından “
Marksist değer teorisi”ni anlatmaya başladı.
İzlemek bizler için zordu. Bir daha anlattı. Bıkmadı bir daha anlattı.
Ben Marksist değer teorisinin özünü, onu kabalaştırmadan (=vulgarize etmeden) anlatan, sabırla anlatan öğretmenimden öğrendim. Daha sonraki okumalarım o yalın bilginin derinleşmesinden ibarettir...
* * *
Hatırlamak...
İzmit’te, solun o günlerdeki sıcak bölünmelerinde Behice Boran’a karşı safta yer tutmuşların onu konuşturmamak, konuşmasını kesmek, toplantıyı dinamitlemek için naralandıkları, böğürdükleri bir salonda dudaklarını uzatarak, o derinlerden gelen sesiyle söylediklerini hatırlamak:
- Öğreneceksiniz arkadaşlarım. Önce öğreneceksiniz... Öğrendikçe benimle değil sermayedar sınıfla mücadele etmeniz gerektiğini kavrayacaksınız. Askerle, sınıf temeli belirsiz öğrenci kitleleri ile sosyalizm yolunda yürünemeyeceğini öğreneceksiniz. O zaman bugününüzü hatırlayıp utanacaksınız...
O gün böğürmeye devam edenlerden yıllar sonra sahiden, içtenlikle utananlar çoktu. Biri hapishane arkadaşımdı. “Abi o gün hani ‘İşçilerin vatanı bütün bir dünyadır’ dediydi ya; ne demek istediğini ben yeni anladım. Amma da cahilmişim değil mi ?” dedi. Gülüştük, buz gibi askeri hapishane koğuşunda birbirimize sarılıp hem bedenimizi, hem yüreğimizi ısıttık.
* * *
Hatırlamak...
Bursa’da o kocaman Tayyare Sineması tıklım tıklım doluyken, sahneye çıkıp konuşması gecikmiş olmasına rağmen, perdenin arkasında, kulisin bir köşesinde bulduğu bir masa örtüsüne sarınıp, eteğini çıkarıp, kendi elleriyle ütülemeye başlayan Behice Boran’ı “Hocam gecikiyoruz” diye uyardıklarında gülümseyip “Buruşuk etekle çıkmam. Şu bakımsızlığa bak, kendine hayrı yok, halka ne hayrı olur, diyecek şom ağızlılara fırsat vermem” dedi.
Ardından ütülü eteği, sımsıkı taranmış saçlarıyla perdenin önüne çıkıp, kürsüye geçip, “Sosyalizm, kapitalizmden daha ileri bir düzenin adıdır. Yani insanların kapitalizmden daha iyi koşullarda yaşadıkları bir düzenin adı. Yoksa insanlar niye sosyalizme inansın, niye sosyalistlerin mücadrelesine omuz versin? Ama bugünden insanlara sosyalizmi anlatacakların toplumda örnek kişiler olması da çok önemli. Yoksa onların sözlerine neden inanılsın” diye ekledi.
Kimseler farketmedi ama ben ettim. O cümleye noktayı koyduktan sonra onu “Buruşuk eteğe boş ver, gecikiyoruz” diye uyaran TİP Bursa il yöneticisine
hınzır bir gülücük fırlattı...
* * *
12 Eylül sonrasıydı. Siyasal göçmenlik günleriydi. Federal Almanya’nın – o zamanki- başkenti Bonn’da 12 Eylül cuntasının cinayetlerini anlatmak için bir basın toplantısı düzenledik. Ben Frankfurt’tan geldim, Dursun Akçam ağabeyim Hamburg’dan, öğretmenim Brüksel’den. Kimileri Paris’ten, Berlin’den, Kopenhag’dan...
Her zaman sivri fikirli, buluşlu, bilişli Şanar Yurdatapan basın toplantısının
görsel yanını güçlendirmek için bizleri kalın bir zincirle birbirimize bağladı. Zincirin iki ucuna da kocaman bir kilit taktı. Basın toplantısı bitti. Fotoğraflar çekildi. Gazeteciler gitti. Ama Şanar Yurdatapan bir türlü kilidin anahtarını bulamadı. Epey süre birbirimize zincirli kaldık. Öğeretmenim fırsatı kaçırmadı, “Marks zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok dedi ama biz bir türlü kaybedemiyoruz...”
Şanar anahtarı buldu; kilit açıldı, zincir çözüldü. Dursun Akçam ağabeyim “Zincirsiz de birbirimize bağlanabildiğimiz zaman, ancak o zaman başaracağız” dedi ve hepimizi elele tutuşturdu. Öyle denk geldi, ben öğretmenimle elele tutuştum. Elleri sıcaktı...
* * *
Hatırlamak...
Kara haber kuşun kanadından, telefonun telinden geldi:
Behice Hanım öldü!..
Üç gün önce (7 Ekim) ölümcül hastalığına meydan okuyup, düzenlenen toplantıda Türkiye İşçi Partisi ile Türkiye Komünist Partisi’nin TBKP çatısı altında birleştiğini dosta düşmana ilan ettiği kente, Brüksel’e siyasal göçmen selleri aktı. Bulutların üstüne çöktüğü, yağmurun çiselediği Brüksel birbirleriyle sessizce selamlaştılar ve onu tabutunun önünden geçerek selamladılar.
Taa Frankfurt’tan getirdiğim tek bir karanfili, karanfil bahçesine dönmüş tabutunun üstüne bıraktım. Bir arkadaşım (Merhaba Toros!) “
Öksüz kaldık” dedi. Haklıydı...
* * *
Dün öğretmenimi, öğretmenimizi andık.