Türkiye’de yaşayan kimi Kürtler, hatta pek çok Kürt, Abdullah Öcalan ile Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir arasında bir tercih yapmak zorunda kalabilir ve pek çoğu tercihini Öcalan’dan yana kullanabilir.
Ama kimse beni böyle bir tercihe zorlayamaz. Mesleğinde bağımsızlığı çok önemseyen; karar ve tercihlerini kendi aklının süzgecinden ve sadece kendi aklının süzgecinden geçirerek vermeye çabalayan biri olmaya çalışırım. Osman Baydemir’in söylediği ve Öcalan’ın beğenmediği sözler için de bu böyle.
Sanırım anladınız, bir süre önce Osman Baydemir “Silahlı mücadele miadını doldurmuştur” dedi. Bu sözlere kimi Kürtler az ya da çok, hafif ya da şiddetli tepki verdiler. Ardından İmralı’da avukat görüşmesinde Öcalan da bu sözlerden hoşlanmadığını belirtti. Hatta hoşlanmamamın ötesine geçti ve T24’de okuduğunuz değerlendirmeler yaptı.
Okumayanlar için kısaca aktarayım:
“...Osman Baydemir niye böyle yapıyor, son zamanlarda yaptığı açıklamalarla kendini hedef haline getiriyor, adeta kendi ölüm fermanını hazırlıyor..... Yanlış yapmamalıdır. Yoksa onu kurtlara yem yaparlar…... İşte basından izledim, bazıları çıkıp sorumsuzca, ‘silahlı mücadele miadını doldurmuştur’ diyor. Bu hakkı nasıl kendilerinde buluyorlar? Silahlı güçlerin pozisyonu ve geleceği hakkında Kandil bile tek başına karar veremezken, nasıl söyleyebiliyorlar?”
Savruk bir okumayla Öcalan’ın haklı olduğunu, Baüydemir’in yetkili olmadığı ve etkili olamayacağı bir alanda kararlar verdiğini düşünenler çıkabilir. Ama sadece savruk bir okumayla...
Baydemir, PKK’nın “pozisyonu ve geleceği hakkında” bir karar vermiyor ki ! O sadece siyasal hedefine silahlı mücadele ile varma tercihi yapmış örgütsel yapıların miadını doldurduğunu söylüyor.
Hayat, Baydemir’i doğrulamıyor mu?
İşte yakın örnekler: İspyanya’da ETA, İrlanda’da IRA.
İşte Uruguay’da Tupomaro’lar. Peru’da Aydınlık Yol Gerillaları. Almanya’da RAF, İtalya’da Kızıl Tugaylar...
Bu silahlı başkaldırı hareketlerinin çoğu PKK’dan daha eski. Kimileri PKK’dan daha da büyük yığınsallığa ulaştıkları dönemler yaşadılar. Kimileri yenildikleri için, ama çoğu da silahlı mücadele yöntemi ile hedeflerine ulaşamayacaklarını görerek siyasal mücadele yörüngelerini değiştirdiler. Üstelik bu kararı dışarıdan dayatmalara, kendilerinden daha büyük bir gücün zoru karşısında boyun eğerek değil, kendi örgütsel yapıları içerisindeki sancılı eleştiri-özeleştiri süreçlerini yaşayarak verdiler.
Baydemir’in söylediklerini böyle anlamamak, onu “Dağdakilere talimat veren acemi komutan” olarak damgalamak niye ?
Hatta onun sözlerini karşı tarafa yönelik bir öneri, uyarı olarak da değerlendirmek niye mümkün olmasın?
1984’de “Bir avuç eşkiya; onları bir kaşık suda boğarız” edebiyatı ile başlayıp, her yıl “Bu baharda işleri tamam; olmadı yazın, o da olmazsa sonbaharda, ama en geç kışın” edebiyatı ile Türkiye’nin 25 yılını çalan militarist kafalar gönülsüz de olsa, savaş rantından vazgeçmek istemeseler de, savaşın sürmesini hâlâ vesayet sisteminin payandası olarak görseler de bugün Kürt sorununu silahla, skorskylerle, mayınlarla, topla, tüfekle, çeteleşmiş korucularla, JİTEM gibi suç örgütleri ile çözemeyeceklerini kabullendiler. En üst düzey komutanlar bundan 15-20 yıl önce “askeri suç” sayılabilecek cümlelerle sorunun siyasal, sosyal ve ekonomik temelde çözülmesi gereğini itiraf etmek zorunda kaldılar, kalıyorlar.
O yüzden vurguyla belirtelim: Evet, silahlı mücadeleler miadını doldurdu.
Yaşamını, kendi varlık sebebini silahlı mücadelede bulanlar, keza silahlı mücadele edenlerden “gerilla şiiri” üreterek destek olanlar hoşlanmasa bile yineleyeceğim: Gün siyasal düzlemde demokratik mücadele yöntemlerini hünerle, inatla kullanma günüdür.
Biliyorum, “Evet ama o mücadele olmasaydı bugünlere gelinmez; devlet de, kamuoyu da Kürt gerçeğini kabullenip barışçı çözümler üstüne kafa patlatmazdı” diyenler çıkacak.
Peki, öyle olsun. Ama artık madem bugüne varıldı. Miadı dolmuş yöntemleri terkedip bugünün geçerli ve sonuç alıcı yöntemlerini alabildiğine hayata geçirmek gerekmiyor mu?