Önce bugünkü Tırmık’ın tepesine “O fotoğrafları” yanyana oturtayım, yazıyı altına döşeyeyim diye düşündüm.
Sonra vazgeçtim. Vazgeçtim, çünkü o fotoğrafları belleğine yerleştirmemiş, en azından unutmuş okurlar için bu yazının da pek anlamı olmaz...
Ergenekon dalgaları sırasında gazetelerin birinci sayfalarına, TV ekranlarına yansıyan gözaltı fotoğraflarından söz ediyorum...
Önceki gün gazetelerin birinci sayfalarına, TV ekranlarına yansıyan ellerine plastik kelepçe vurulmuş Kürt belediye başkanlarının gözaltı fotoğraflarından söz ediyorum...
İster savcı talimatıyla, ister yargıç kararıyla, ister polis şefi buyruğu ile olsun O fotoğrafların tümünde hukuku intikam yeminine alet etmiş yasalarda yazılı olmayan bir suç bize bakıyor...
O fotoğraflar kaçma kuşkusu bulunmayan, delil karartması mümkün olmayan kişilerin salt intikam olsun diye tutuklanmasına giden sürecin ilk adımıdır ve sonraki adımların da habercisidir...
* * *
Savcılarca birilerine bir suç isnadında bulunulması anlaşılabilir bir hukuk uygulamasıdır. Eğer savcı önüne konan kanıtlarda bir suç olasılığı görmüşse elbette o kişi ya da kişiler hakkında iddianame düzenleyip dava açabilir.
Ama adı üstünde 'iddia’ların yer aldığı bir 'name'dir bu. İddiaların gerçek olup olmadığına sanıklara sorduktan, kanıtları elden geçirdikten, savcının duruşma süresinde geliştirdiği yeni iddiaları dinledikten, sanıkların savunmalarını aldıktan sonra yargıç ya da yargıçlar karar verecektir.
Çağdaş terminolojide hukuk devleti diye anılan ülkelerde yargıya tanınan hak da görev de budur.
Peki ya gözaltı ve tutuklama?
AB ile uyum yasaları çerçevesinde yeniden düzenlenen Ceza Yasası tutuklama koşulunu açık seçik tanımlıyor. Dava açıldıysa, sanıkların kaçma ya da delil karartma olasılığı yoksa tutuksuz yargılarsın; beraat ederse haksız yere yatmamış olur, mahkum olursa alır içeriye tıkarsın.
O kadar.
Ama bir Profesör Haberal’ın, bir Mustafa Balbay’ın, koskoca rektörlerin ne kaçmaları söz konusuydu ne delil karartmaları. Yine de gözaltına alındılar, sorgulandılar ve tutuklandılar. Sorgulanan ve tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan ve kaçmasalar bile delil karartma olanakları olan ve darbe hazırladıklarına ilişkin çok güçlü kanıtlar bulunan emekli generaller ellerini kollarını sallayarak dolanırken onlar tutuklu.
Niye?
Bulabildiğim tek cevap var: İntikam !..
Çağdaş hukukta asla yeri olmayan, belki ortaçağ hukukunda filan rastlanabilecek ilkellik...
Başka bir cevabı olan varsa beri gelsin !..
* * *
Okuduğunuz internet gazetesi T24’ün ya da onun öncülü Tempo24’ün sayfalarında Ergenekon sanıkları üstüne epey yazı ve haber çıktı. Pek çoğunda bu davada sapla samanın birbirine karıştırıldığı, elini kana bulamış yada elini kana bulamaya hazır tetikçileri yönlendirmiş olanlarla suçu farklı düşünmekten ibaret olanları aynı davaya koyan, yetmedi tutuklayan anlayış (hukuk anlayışı değil, çünkü bu hukuk değil; düpedüz anlayış, zihniyet) kınandı, eleştirildi.
Medyada mesleğin ak adına kara çalmamaya kararlı –az sayıda da olsa- meslektaşım da o konuda duyarlı davrandı. Tutuklamanın yargılamadan uygulanan bir ceza olduğunun altı defalarca çizildi...
Önceki gün o utanç fotğrafı ile belleğimize kazınan elleri plastik kelepçeli Kürt Belediye başkanları ve öteki tutuklular için de aynı itirazı yükseltmek, kıyasıya eleştirmek hem mesleğimizin bir gereğidir, hem yurttaş olarak ödevimizdir...
Ergenekon soruşturmalarını izleyen tutuklamalarda şaha kalkan ama elleri kelepçeli Kürt belediye başkanları gerçeği karşısında susmayı yeğleyen meslektaşlara (meslektaş?) ise “Niye sustuklarını” sormak da hakkımızdır...