19 Kasım 2010

Nihat Sargın’dan Bölük Pörçük Anılar

Sosyalizme gözünü TİP’te açmış bir kuşak için “öğretmen olmadan öğretmen” olmuş ağabeylerindendi...


Nihat Bey
öldü. Ağır hastaydı. “Kurtuldu”  dense yeridir. Haber İstanbul’dan uzaklardayken geldi. Yazık, cenazesine katılıp onu uğurlayamam. Elimden gelen şu bölük pörçük anılarla saygımı iletmek...
Sosyalizme gözünü TİP’te açmış bir kuşak için “öğretmen olmadan öğretmen” olmuş ağabeylerindendi. Ağabeydi ama hiç “Ağabey” ya da “Nihat abi” demedik, diyemedik; her zaman Nihat Bey olarak kaldı. 
TİP Merkezinin İstanbul’da, Cağaloğlu’ndaki Anadolu Han’da olduğu ilk yıllardı. Genç militanlardık. Ama militanlık da neredeyse Sosyal Adalet dergisine pul yapıştırıp postaneye vermek; bir tomar dergiyi koltuğumuzun altına alıp Cağaloğlu ve Beyoğlu’nda kimi solcu aydınlara iletip parasını toplamak; toplantılar öncesinde genel merkezi süpürmekten ibaretti.

Bir gün Genel Merkezde el ayak çekildikten sonra tümü gencecik, ergenlik sivilcelerinden yeni kurtulmuş üniversite öğrencisi bir kaç arkadaş beyaz peynir, tahin helvası ve turşudan ibaret mükellef mezeleremizle şarap içip (Mutuk şarabı. Şişesi 115 kuruş. 20 Kuruşu şişe depozitesi) kafayı çekerken, unuttuğu eşarbını almak için parti merkezine gelen Behice Boran’a suçüstü yakalandık. Gözümünün yaşına bakmadı. Her birimiz bir başka İstanbul ilçesine sürüldük. Benim payıma Beyoğlu ilçesi düştü. Kendimizi “tenzil-i rütbe” etmiş hissediyorduk. İlçede çalışmak nerede, koskoca genel merkezi militanı olmak nerede ? Bir kaç ay sonra Genel Merkeze gidip bize af çıkarılmasını istemeye karar verdik. Behice Boran’a başvurmayı düşünmedik; affetmezdi. Aybar’ın zaten yanına yaklaşamazdık. Her zaman parti binasında olan Nihat Sargın’a ise tüzüğe aşırı düşkünlüğü yüzünden gitmek istemiyorduk. Ama sonunda çaresiz ona başvurduk. Çok nadir gülerdi. Bize gülümsedi. “Tüzükte, parti binasında içki içilmez yazmıyor. Dönebilirsiniz” dedi. Sevindik. O gülümsemesini bozmadan ekledi, “Yarın Zeytinburnu ilçesinin kongresi var. Şu amplifikatörle (=ses yükseltici aygıt), şu hoparlörleri oraya götürün. İskemleleri yerleştirin. Salon düzensizse düzenleyin” dedi.
Amplifikatör dediğin belimize kadar gelen, iki kişi zor taşıyabildiğimiz lenduha gibi bir metal kutu. Hoparlörler de ona yakın. Üstelik Cağaoğlu’ndan Zeytinburnu’na belediye otobüsü ile götüreceğiz. Aygıtları kan ter için belediye otobüsüne sokmaya çalışırken Doktor Emin (Aslında tıp öğrencisi ama biz onu çoktan doktor ilan etmiştik) soluk soluğa sordu: 
- Yav Aydın, şu tüzüğe iyi baksaydık keşki. Belki parti binasında içki içmek yasaktır yazıyordur... 
*    *    *
1971 Mayıs’ında Kartal Maltepesindeki askeri hapishane yükünü iyiden iyiye almıştı. Büyük koğuşta Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ziya Yılmaz, Ömer Ayna, Harun Karadeniz, Masis Kürkçügil, Ulaş Bardakçı, Osman Arolat... (Vazgeçtim hepsini saymaya kalksam buraya sığmayacak). Ayrıca Vedat Günyol, Sabahattin Eyüboğlu gibi çok seçkin aydınlar da o koğuşta. 
Yandaki küçük koğuş da çok renkli. İlhan Selçuk, Nihat Sargın, Şiar Yalçın, Sırrı Öztürk, Vecdi Özgüner, Şadi Alkılıç... (Yine vazgeçtim. Küçük koğuş dedim ama yine hepsini sayamam; yer yok). 
Alt koğuş 9 Mart darbesini başaramadığı için 12 Mart darbecilerince tutuklanan subay ve askeri öğrencilere ait.  Numan Esin, Ali Kırca, Sarp Kuray...
Hapishanede henüz yatılı okul yatakhanesi gibi. Nihat Sargın küçük koğuştan çıkıp bizim büyük koğuşta Sabahattin Eyüboğlu ile Vedat Günyol’u ziyarete geldi. Eh, benim gibi TİP kanadından olanlar için üst düzey yöneticimiz gelmiş; çevresinde kümelendik; şakalaştık, konuştuk. Sohbetin dozu iyice gevşemiş olsa gerek ki içimizden biri Nihat Bey’e sordu:
- Nihat bey, bir kravatınız eksik. Her gün traş, gömlek temiz, bu havada ceketiniz mutlaka sırtınızda. Biraz abartmıyor musunuz? Eni sonu hapishanedeyiz burada...
İyi hatırlıyorum. Önce yüzünden keyifsizlik göstergesi bir bulut geçti. Sonra “ağabeyce” gülümsedi. Olanca ciddiyeti ile konuştu:

- Dinleyin. Hapishane bizler için okuldur. Kendimizi koyverme hakkımız yok. Evet her gün traş olacaksınız. Gömleklerinizi kendiniz yıkayacak ve temiz gömlek giyeceksiniz. Gözucuyla yataklarınıza baktım. Bütün ranzalarda yataklar darmadağın. Olmaz. Her sabah yataklarınızı düzgün toplayacaksınız. Pijama ile günü geçirenleriniz var. Hayır. Pantolonlarınızı giyecek ve pijamalarınızı battaniyenin altına katlayarak koyacaksınız. Bizi burda tutsak edenler bize disiplin öğretmeye kalkmasın; disiplini bizden öğrensinler... 
Sıkı dersti. İyi dersti. 
O sözünü sürdürdü:
- Hapishanede insan günboyu en çok 10-15 metre ötesini görür. Bu gözlere zarardır. Her gün en az yirmi dakika pencere demirlerinin arasından gökyüzüne bakacaksınız. Gökte hareket eden bir kuş, bir uçak, olmadı bir bulut yakalayın ve kafanızı çevirmeden gözlerinizle onun hareketini bir uçtan bir uca takip edin. Bunu her gün yapın. En az yirmi dakika...
Öğretmen olmadan öğretmen” olan Nihat bey o gün sahiden ve ödünsüz bir öğretmen oldu.
Bize de görmüş geçirmiş, nice hapislerden, hücrelerden geçmiş bir ağabeyin basit ama altın değerindeki öğütleri kaldı.  
O günden sonra en az beş kez daha hapse düştüm. Herbirinde hergün traş oldum; yatağımı düzgün topladım, her gün pencerelerin demir parmaklıklarının arasından göğe bakıp en az yirmi dakika bir kuş, bir kelebek, bir uçak, olmadı bir bulut yakaladım; gökyüzünde onlarla gezindim... 
*    *    *
Onca yıl sonra bugün ise Nihat Sargın’ı bir saygı ve teşekkür yazısı ile uğurlamak istedim... 

  

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"