15 Ağustos 2020

Neden kahraman bir Türk milliyetçisi olamadım?

Kiminde azarlandım, kiminde hem azarlandım hem de tepeme sopalar indi. Milliyetçilik de benden uzaklaştı gitti… Beni öğretmenlerim yaktı

Bıktım.

Yazdığım günler sanki ille de siyaset yazmak zorundaymışım gibi bir takıntım var.

Ama siyaset yazmaktan bana gına geldi.

Ne yani, "Muharrem İnce'den inciler" ya da ülkenin maliyesinin de, hazinesinin de emanet edildiği "Damad-ı Hazret-i Şehriyari"nin dolar üstüne saçtığı inciler üstüne yazmak mı zorundayım? Yoksa AKP Reisi'nin Türkiye'nin özgür ve tam bir hukuk devleti olduğuna ilişkin müjdelerini mi tırmıklamalıyım?

Hayır... İstemiyorum.

Hiç olmazsa haftada bir gün dereden tepeden sohbet etmek, hatta harbiden mavra yapmak istiyorum. Biliyorum, yakın (fazla yakın) çevrem görünce daha okumadan "Ne bu böyle cıvık cıvık yazılar" diyerek fırça atacak ama umurumda değil. Siyasetten bencileyin bıkmış okurların beni destekleyeceklerine eminim.

* * *

Böyle "soft" yazılar pazar günleri yazılır diye kimin uydurduğunu bilmediğim bir meslek kuralından söz ederler. Kuralı uyduran uysun, benim umurumda değil. Zaten T24'de pazar günleri çoğunun adını yeni duyduğum, bildiklerini iyi bilen genç kuşaklar yazıyor. Onlarla yarışamam.

Cuma günü de olmaz... O günü "düzeyli magazin" kılıfı altında yazılar yazan bir zat kapatmış. Sordum, olağanüstü çok okunuyormuş. Yalnız Cihangir'de 7.812.423 (Yazıyla: Yedi milyon sekiz yüz on iki bin dört yüz yirmi üç) kişi, sabahı beklemeden, perşembeyi cumaya bağlayan gecenin yarısında cep telefonundan, tabletten, laptoptan T24'e giriyor ve sadece "düzeyli magazin" okuyup ardından T24'ten çıkıyormuş.

Demek cuma günleri de yazamam. Okuyan olmayacaksa niye yazayım, değil mi?

Ne kaldı?

Cumartesi…

Buyrun…

* * *

Bu hafta çocukluk anılarım eşliğinde milliyetçi duygularımın daha o yaşlarda yok denecek kadar zayıflamasını sağlayan öğretmenlerime "saygılar" sunacağım.

İlkokuldaydım. Bize Türkçe, geometri, aritmetik, müzik, tarih, coğrafya filan öğretiyorlar. Müzik dersinde öğretmenin pek sevdiği, her ders ille söylettiği bir marş (yoksa türkü müydü) vardı ve ben ona küçücük kafamı takmıştım.

"Türklerin gemisi kırmızı direkli
İçindeki askerler aslan yürekli
Kaçma düşman kaçma, pişman olursun
Çanakkale Boğazı'nda teslim olursun
"

Gel de sorma.

- Örtmenim…
- Ne var?
- Düşman Çanakkale Boğazı'nda teslim olacak…
- Evet.
- Demek ki düşman Marmara Denizi'nden oraya gitmiş.
- Evet. N'olmuş?
- Peki bu düşman nereden gelmiş örtmenim…

Siz öğretmen olsaydınız bu soruya nasıl cevap verirdiniz ?

Benimki çok kısa bir cevap verdi:

- Düşman her yerden gelebilir. Çünkü biz Türküz… Anladın mı ?

Anladım tabii. Biz Türküz ve herkes bize düşman(mış)…

* * *

Ortaokuldaydım. Galiba ikinci sınıfta. Kitapta yazıyor. Tarih öğretmeni daha da ballandırarak anlatıyor:

- Sümerler Türk, Asurlar Türk, Babilliler Türk, Akatlar Türk, Hititler zaten Türk…

Sıra Kadeş Meydan Savaşı'na geldi. Hani İsadan Önce 1274'de Mısır firavunu II. Ramses ile Hitit kralı Şuppililiuma arasında geçen ve güvenilir kaynaklara göre berabere biten ve tarihin ilk yazılı anlaşması ile bağlanan savaş…

Öğretmen coşmuş, "Türk" Hititlerin, Türk olmayan Mısır Firavunu Ramses'in ordusunu nasıl perişan ettiğini ve barış antlaşamasına kendi koşullarını nasıl bir bir yazdırdığını anlatıyor.

Parmak kaldırdım:

- Ne var ?
- Örtmenim Hititler Türk değil mi?
- Söyledim ya tabii Türk.
- Krallarının adı da Şuppililiuma
- Evet.
- Peki örtmenim, Şuppililiuma diye Türk adı olur mu hiç?

Siz öğretmen olsaydınız ne cevap verirdiniz?

Benimki cevap vermedi, soru sordu. Elindeki oklava kalınlığı ve uzunluğundaki sopayı kafamı ardı ardına indirerek sordu:

- Ne biçim Türksün sen be, ha ne biçim Türksün sen?..

Sopa kafama inerken öğretmen iyice öfkelendi. "Bak bir de somurtuyor. Munis ol bakayım. Munis ol hemen" diye kükredi.

Kafama sopalar inerken nasıl "munis" olabileceğimi o gün de bilemedim, bugün de bilemiyorum.

* * *

Gördünüz. Ben belki de sağlam ve kahraman bir Türk milliyetçisi olacaktım. Milliyetçilikle ha bire dalga geçen "köksüz" bir gazeteci olmayacaktım.

Ama ne çare.

Çanakkale Boğazı'nda teslim olacak düşmanların nereden geldiğini merak ederek ve "Şuppililiuma diye Türk adı olur mu" diye sorarak o şansı yitirdim.

Kiminde azarlandım, kiminde hem azarlandım hem de tepeme sopalar indi. Milliyetçilik de benden uzaklaştı gitti…

Beni öğretmenlerim yaktı.


Kapak deseni: Tan Oral

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim