Twitter’a dalıp saatlerce dolanmaya ne vaktim var, ne niyetim.
Fuat Avni diye biri ya da birileri var. Ne demekse, ondan “Twitter fenomeni” diye söz ediliyor. “Fenomen”in bu kullanımdaki anlamı “Benzeri az görülen, sık rastlanmayan” filan demek. Adam 140 karakterle devletin derinliklerinden, AKP’nin dizginlerini elinde tutanların içinden haber veriyor.
Kaynak? Belli değil.
Doğrulatma olanağı? Yok.
Karşı görüş ? Yok.
“Kim, ne, nerede, neden, nasıl, ne zaman” gibi haberin temel ögeleri? Ya yok, ya eksik.
Eeee?
Başlıktaki gibi: Ne yani, haber almak, olup biteni öğrenmek için Fuat Avni’ye mi kaldık?
Ben haberi medyadan, sahici medyadan, mesleğin temel ilkelerini, etik değerlerini ıskalamayan habercilerden almayı yeğlerim.
Meselâ iktidardan, AKP tepelerinden kulağına üflenenleri bize haber diye aktaran, arada biri doğru çıkarsa kendini “iyi haberci” diye sanan ve öyle vitrinleyenlerden değil. Hani bugünkü MİT müsteşarının ne zaman milletvekili ve ne zaman dışişleri bakanı olacağını bize şimdiden(?) haber veren; 2023’e kadar kimin Cumhurbaşkanı kalacağını, ondan sonra 2034’de kadar kimin geleceğini bugünden(?) haber kılıfında yazan ve bunu habercilik olarak pazarlayanlardan değil.
Meselâ Washington Post, New York Times, Süddeutsche Zeitung gibi referans gazetesi olarak nitelenen, kabul edilen gazetelerin Türkiye ve IŞİD ilişkileri üstüne yayınladıkları haberlere verecek cevabı “İt ürür kervan yürür”den ibaret olan; döktürdükleri böylesi yorumları ciddiye alıp olup bitene o gözle bakacağımızı umanlardan değil…
Meselâ Başbakanın ve Cumhurbaşkanının “gazeteciler buluşmasına” çağrıldığında kendini sahiden gazeteci sanan ve bir kerre bile “Yav acaba ben niye çağrıldım da Hürriyet, Cumhuriyet gibi gazetelerden kimse çağrılmadı” diye sormayı; meslekteki kendi konumunu, düştüğü durumu sorgulamayı aklına ve meslek vicdanına getiremeyenlerden değil…
Meselâ…
Ay sıkıldım!..
Hangi birini sayayım ki?
* * *
Görsel (TV) ve işitsel (Radyo) bir başka yazıya kalsın. Basılı ya da elektronik ortamdaki yazılı medya, mesleğin uluslararası kabul görmüş ölçütlerine göre üç kesimde kümelenir:
Bir: Popüler gazeteler. Sanırım ne olduğunu uzun uzun açıklamaya ihtiyaç yok.
İki: Organ gazeteler. Bir siyasal çizginin ya da ideolojinin sesi, bazen resmi sesi olmayı seçmiş; farklı olanı dışlayan, reddeden, benimsediği çizgiyi ne olursa olsun savunmayı görev bilen gazeteler.
Üç: Referans gazete(ler). Varlık nedenini halkın doğru haber alma hakkını (ihtiyacını değil hakkını) ete kemiğe büründürme, olup bitenleri derinlikli yorum ve analizlerle destekleme olarak tanımlamış gazeteler…
Sonunculara dünyadan birkaç örnek:
Almanya’da Bild gazetesi hergün 5-6 milyon satar. Buna karşılık –meselâ- Süddeutsche Zeitung, yanılmıyorsam sadece 600 bin kadar satar. Ama ülkede olup bitenlerin aslını, içyüzünü, doğrusunu bilmek isteyenler “Bild ne diyor” demezler, “Süddeutshe Zeitung ne yazmış” derler.
Fransa’da Paris Soir’ın değil Le Monde’un, İngiltere’de Indipendent’ın, İspanya’da (yenik düştü, artık yok) El Pais’in ne yazdığı merak edilir.
Başa dönelim: Ne yani Fuat Avni’ye mi muhtaç olacağız?
Aydın Engin'in bu yazısı Cumhuriyet'ten alınmıştır.