Yanlış meslek seçmişim. Bunu biliyordum ama bu gün bir kez daha bilince çıktı.
Çevremde hemen herkes “Ohhh, tadından yenmez. 10 gün tatil” dedi. Ben de gaza geldim. Sanki bana da tatilmiş gibi İstanbul’dan İznik Gölü kıyısına tüydüm. Gitmişliğiniz varsa bana hak vereceksiniz; şu geç sonbahar günlerinde İznik Gölü büyülü bir pusla (sis değil pus) örtünür. Gözalabildiğine uzanan sazlar, alabildiğine sakin göl ve betondan, asfalttan arınmış bir doğanın içinde keyifli bir tembellik sizi de sarar.
Tabii işiniz yazı yazmak değilse...
İznik çarşısında bir tur attım. Nedense “lokum” denen bu yöreye özgü, az yağlı, cevizli, haşhaş tohumlu çöreklerden bir kaç tane yuttum. Sonra da Darka’daki evin yolunu tuttum. Masanın başına kuruldum.Yani İstanbul’da kalsam çalıştığım odada, T24 bürosunda olsam masalardan birinde ne yapacaksam onu yapıyorum: Tırmık yazıyorum.
Bilmeyen de tatil yapıyorum sanacak...
N’apalım, zalim kader utansın; yanlış meslek seçen Aydın Engin avanağı da derdine yansın...
* * *
İyi de uzun bir tatilin içinde, kanlı da olsa bir bayramın arifesinde ne yazılacak?
Kürt sorunu değil herhalde...
Ermeni sorunu da uymaz.
Kıbrıs’ı tartışmanının yeri belki ama günü değil.
“Çok iyi gidiyor canım, çok iyi valla” diye göklere çıkarılan ekonomik durum üstüne kafamda çengellenmiş soruları tartışmaya çalışsam, kendimin bile okumayacağı bir yazı döktürmüş olurum.
Epeydir gazete sayfalarını, TV ekranlarını kaplayan; cep telefonu reklamlarını sollayan konut fırtınasını tırmıklamak niyetindeyim. Hani şu “10 bin lira ver, gerisini kira öder gibi” diye başlayan reklamlara konu olan çok katlı, beton “insan siloları”ndan söz ediyorum. İstanbul’un doğu ucundan, batı ucuna, kuzeyindeki ormanlık alanlara kadar her yerde pıtrak gibi yükselen konut, rezidans, villa fırtınasından... Yakında İstanbul’un güneyine, deniz üstüne yapay adalar kondurulup üstlerine beton “çok katlılar” dikilmeye başlarsa şaşmayacağım.
Ama bu saadet zinciri de bir gün koparsa yine şaşmayacağım. Banka kredisi çekip peşinatı yatıran, gerisine de “Allahkerim” diyenler “İşte bir ev sahibi oldum” diye sevinirken kalan borcu ödenemediği için faiz üstüne faiz binen o evlerin kapılarına icra memurları dayanınca ne olacak ?
Amerika’daki “mortgage” vurgunu küresel bir krize dönüşmüştü. Türkçe okunuşuna uygun “mor kıçlar” yarattığını unutmadık. “Acaba bunun küçük çaplısı Türkiye ekonomisinin başına gelir mi” gibi sorular sorup tartışmak vardı ama bir bayram arifesinde bunu yazıp, bayram sabahında ağız tadı kaçırmak da yakışık almayacak....
* * *
Eeee, onu yazma, bunu yazma, ne yazayım? Kendimi Mütereddit Mehmet Efendi’ye benzetiyorum.
Fıkrayı bilenleriniz vardır. Mütereddit Mehmet Efendi diye pek varlıklı biri varmış. Vezirlere, paşalara özenip kendine saray misali bir konak yaptırmaya karar vermiş. Dönemin namlı bir mimarı ile anlaşmış. Bir süre sonra konak bitmiş, Mütereddit Mehmet Efendi de konağını görmeye gelmiş. Alt kat mükemmel, haremlik harika, selamlık şahane, bahçe göz alıcı, mutfak ferah... Pek beğenmiş. Ama bir ayrıntıya akıl erdirememiş. Mimara dönüp sormuş:
- Mimarbaşı eline, aklına, hünerine sağlık ama bir husus var ki sebebini anlayamadım. Koca konakta bir tek helâ yapmışsın. Niye ?
Mimar boynunu bükmüş:
- Efendim siz Mütereddit (=karar veremeyen, ha bire duraksayan) Mehmet Efendi diye nam saldınız. Her kata bir helâ kondursaydım, zatıaliniz alt kattakine mi yapsam, üst kattakine mi; haremlikte mi, selamlıkta mı yapsam derken altınıza yapardınız. O yüzden...
Eh ben de onu mu yazsam, bunu mu yazsam diye tereddüt ederken “Mütereddit Aydın Efendi” oldum, çıktım. Ama benim “müteredditlik” işe yaradı. Baksanıza “onu mu yazsam, bunu mu yazsam” derken yerimi doldurdum...
Hepinize iyi bayramlar...