Dönmesini beklemesek daha doğru olacak galiba. Tunus’tan ses verdi. “Bu olaylara karışan çevre duyarlılığı olan vatandaşlarımı tenzih ederim” cümlesi için söylenecek fazla söz yok. Mesela kestirmeden “Ufala da civcivler yesin” deyip nokta konabilir.
Çünkü, polisin o vahşi saldırılarının ilki Taksim gezisinde sadece o “Çevre duyarlığı olan vatandaşlar” varken yapıldı. O güne kadar Taksim gezisi ve çevre duyarlığı konusunda herhangi bir etkinliğine tanık olmadığınız ve “şiddeti reddetmeyen bir siyasal mücadele yöntemi” benimsemiş gruplar Taksim’e ve Gezi alanına daha sonra geldiler.
Yani noktayı koymak isabetlidir.
Ama “Topçu Kışlası”nda anlamını bulan cümle ek bir yoruma ihtiyaç bırakmıyor. Bu, yedi gündür İstanbul ve sonra bütün ülkede patlak veren eylemlere Başbakanın bakışını ve cevabını yansıtıyor.
Ne dedi?
T24’ün haberinden alıntılıyorum:
“…Burada Topçu Kışlası var mı, yok mu? Orada olmayan bir şeyin vaadini vermedik. Orada yapılmış olan Topçu Kışlası'nı aslına döndürüyoruz ve orada muhteşem bir eseri yeniden yapıyoruz…”
Bu sözler Taksim Gezisi’ne Başbakanın derin ve zengin (!) estetik görüşüyle “muhteşem bir eser” diye nitelediği Topçu Kışlası denen dev boyutlu ve mimari bağlamda eklektik (=yamalı bohça) binanın ille de dikileceğini bize ilan ediyor. Eh, altı emlakçı ofisi, PCV dükkanı, nalbur, üstü cami olan binalardaki “estetiğin” her adımda karşımıza çıktığı bir ülkede içinde AVM’si, müzesi, (ayran satılan) cafesi olan kışla binası da şaşırtıcı değil.
O kışla binasının oraya oturtulması ise öteki ucunda Hilton ve bahçesi ile, ortalarında adı şimdi Ceylan Otel olan beton yığını ile, barakadan bozma nikah salonu filanla zaten ağır ağır ve sahiden de ağır tahrip edilmiş Taksim Gezisi’nden pek çok ağacın köklenmesi, kentin göbeğinde yurttaşların çimeniyle, ağacıyla soluk alabileceği bir alanın daha da, daha da yok edilmesi demektir.
Bu yedi gündür, yani başından beri, yani daha sonra değil, direnişi başlatan ve sürdüren, şiddeti reddeden ve şiddete yönelenleri durdurmak için çabalayan biz “Çevre duyarlığı olan vatandaşlar”a karşı bir meydan okumadır.
Peki…
Madem bize meydan okunuyor, meydan okuma kabulümüzdür.
AKP’nin tepe ekiplerinde yer alan, Erdoğan’ın yokluğunda “Demokrasi sandıktan ibaret değildir” diyen (Cumhurbaşkanı Gül), çevre duyarlığı taşıyan vatandaşlara uygulanan vahşi polis teröründen dolayı özür dileyen (Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç), “Muhalefetin beş yılda yapamadığını biz beş günde başardık” diyen (Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı), sesini kamuoyu önünde yükseltecek kadar cesur olmayan ama yakın çevrelerine ve güvendikleri kimi Ankara gazetecisi meslektaşlara “Bu gerginliği taşıyamayız. Kendi bacağımıza mermi sıkıyoruz” diyen AKP siyasetçileri bu meydan okumayı ne kadar paylaşıyorlar bilemek. Derdim de değil. Bu onların sorunu.
Bizim sorunumuz bizlerin özel yaşamı ve yaşam tarzı için, yaşadığımız kent için neyin iyi, neyin doğru ve neyin gerekli olduğuna bize sormadan karar veren bir zihniyettir.
Bu dün kürtaj yasasıydı, milli olmayan içkileri evimizde içmemiz buyruğuydu, askeri vesayet rejiminin simgesi 10. Yıl Marşı’nı “HES’lerle ördük anayurdu dört baştan” diye değiştirip derelerimizi beton kelepçelerle tutsak etmekti.
Bugün Taksim Gezisi…
Yarın “Kanal İstanbul” adlı Zihni Sinir projesidir; öbür gün…
Bunların tümü de yurttaşı kendilerini mezbahaya doğru güden Çoban’a itiraz etmeyen koyun sanmaktır.Taksim Gezi direnişi de yurttaşın, hem de gencecik yurttaşların “Biz koyun değiliz” cevabıydı.
Başbakan siyasal körlükten mi, kibrin kabarttığı inattan mı bilemem ama bunu görmemekte kararlı gibi. Tunus demecini başka türlü yorumlamak kendini kandırmak olur.
Bu bir meydan okumadır.
Ve kabulümüzdür…