Başlık “Meşruiyet sınırın ötesine geçmiş bir Başbakan” da olabilirdi.
Ama bunu tartışmadan önce genç kuşaklar için şu “meşruiyet” kavramını açıklamakta yarar var. Arı dilde “kanuni” kavramının karşılığı var: “Yasal”. Ama “meşruiyet” kavramının karşılığı yok.
Bir tutum, bir eylem kanunlara uygun yani yasal olabilir. Ama bu onu ille de meşru kılmaz. En yakın örneği Suriye’deki çürümüş Baas rejimi. Halka karşı yaptıklarının “yasal” olduğunu söyleyebilirler. Bu doğru da olabilir. Herhalde Suriye yasaları ve Anayasası “Devlete silahlı başkaldırı, kurulu düzeni zor kullanarak yıkma girişimi ve eylemi suçtur ve devletin güvenlik güçleri onları zor kullanarak etkisiz hale getirir ve yargılanırlar” gibi maddeler içeriyordur. Yani Suriye’de özgürlük isteyerek başkaldıranlara uygulanan devlet şiddeti büyük olasılıkla kanunlara uygundur, yasaldır. Ama meşru değildir.
Bu kadarlık “kavram açıklaması” yetsin.
Şimdi Başbakan Erdoğan’ın önceki gün televizyonlarda yayınlanan, gazetelere yansıyan şu sözlerine bakın:
''…Ey benim Kürt kardeşim. ‘Bu teröriste tavrını koy ve oralar da abad olsun' diyorum. Çünkü bunlar seni insan yerine koymuyor. Ama biz seni 'yaradılanı severiz Yaradan'dan ötürü' anlayışıyla seviyoruz. Bunların Yaradan ile zaten ilgisi yok. Bu teröristlerin yeri belli, bunlar Zerdüşt. İşte şimdi kendileri açıklıyor, Yezidilikten bahsediyorlar. Bak neler çıkıyor, neler. Onlardan öğreniyoruz, bu tür ayinleri yapıyorlar…”
Bu ne şimdi?
Tayip Erdoğan sözlerini savunup “Ne var bunda, düşünce özgürlüğü çerçevesinde görüşlerimi açıkladım. Yasalara aykırı bir durum yok” diyebilir; biraz zorlama olsa da “haklı” bile olabilir.
Ama bu sözlerin sahibi bir başbakansa onun meşruiyet sınırına gelip dayandığını, hatta öte tarafına geçtiğini söylemek hiç de haksızlık olmaz.
Yazıyı ansiklopedik bilgiye boğmanın alemi yok. Meraklısı Google’a bile girse bol kaynak bilgi bulur.
Zerdüşt kitabı olan, milyonlarca kişinin inançla bağlandığı tek tanrılı dinlerden biridir. Ezidilik (Yezidilik değil Ezidilik) ise Zerdüşt dini ile İslam sufizmini harman etmiş bir başka dinsel inanç sistemidir. Onun da –sayıları epey azalmış olsa bile- inananları vardır.
Başbakan’ın bu terimleri PKK ile kendince ve aklınca “polemik” yaparken bir kaç kez kullandı (son örneği bir kaç paragraf yukarıdaki alıntıda). Hepsinde de bunu bir hakaret hatta suçlama bağlamında kullandı.
İlk kez olsa “Cahilmiş, bilmiyormuş” deyip geçebilirdik. Ama birkaç kez kullanınca iş değişiyor. Başbakan ülkesinin yurttaşları arasında bu inanç sistemlerine bağlı gruplar olduğunu, dahası Alevilik inancının özellikle Zerdüşt dininden derin etkileşimler taşıdığını bilmiyor olamaz.
Yani Başbakan kendince ve aklınca PKK ile polemik yapmıyor, bu ülkede milyonluk kitlelerin inancına saldırıyor. Kendi inancından farklı düşünenlere hakaret ediyor.
Yazının başında “meşruiyet sınırı” derken işte bunu kastettim.
Dilerseniz Başbakan’dan aktardığım alıntıyı bir kez daha okuyun. Bir ülkenin bütün tüm yurttaşlarının başbakanı olması gereken (Anayasa böyle diyor çünkü), seçim akşamları artık kabak tadı vermeye başlayan “Balkon nutukları” atan kişi sünni olmayan inanç sahiplerine bu gözle bakıyor ve bunu birkaç kez, inatla dile getiriyorsa, bu bal gibi “Ben bütün yurttaşların değil, sadece Sünni mezheplerden olan Müslümanların Başbakanıyım” demiş olur ve bu da ciddi, hem de çok ciddi bir meşruiyet tartışmasına ebelik eder…