28 Haziran 2012

Medyanın Görevi

Önce ilginç ve iğrenç bir medya olayı (isterseniz “Sabıkası” diye okuyun...

Önce ilginç ve iğrenç bir medya olayı (isterseniz “Sabıkası” diye okuyun):

2 Ağustos 1990’da Irak diktatörü Saddam Hüseyin bir askeri baskınla Kuveyt’i işgal etti ve Kuveyt’i Irak’ın 19. ili ilan etti. Çok zengin ve çok kaliteli petrol yataklarının üstünde oturan Kuveyt’in Saddam’ın eline geçmesine “Batı”nın göz yumması düşünülemezdi. BM Güvenlik Konseyi, Saddam’a ardarda “Kuveyt’ten çekil” çağrıları yayınladı. Saddam umursamadı.17 Ocak 1991’in ilk dakikalarında ABD ordusunun başını çektiği “Koalisyon güçleri” ünlü “Çöl fırtınası” hava harekatıyla savaşı başlattılar. Kısa sürede Irak’ın havaalanları, askeri ve sanayi tesisleri, kara ulaşım olanakları kullanım dışı bırakıldı, çoğu yok edildi.

Saddam çıkartma gemileriyle başlayacak bir kara harekatı bekliyordu. O yüzden Kuveyt’in petrol kuyularının ve depolarının vanalarını açarak Basra Körfezinin kuzey kesimini petrole buladı. Oysa kara harekatı  24 Şubat 1991’de Suudi Arabistan üzerinden, yani karadan başladı. 100 saat içinde Irak ordusu yenildi ve Koalisyon güçlerinin Irak’ın içlerine ilerlemelerini engelleyecek bir askeri güç kalmadı. Nitekim 28 Şubat’ta Saddam yenilgiyi kabul etti ve ateşkes ilan edildi...

Yaşı uygun olanların kolayca hatırlayacağı 1. Körfez Savaşı’nın bir özetini yaptım.

Şimdi özette siyah dizilmiş cümleye bir daha bakın: O yüzden Kuveyt’in petrol kuyularının ve depolarının vanalarını açarak Basra Körfezinin kuzey kesimini petrole buladı.

Saddam’ın yenilgisi hemen hemen kesinleşmişti. Ancak başta ABD’dekiler olmak üzere “şahinler”  Saddam’ı Kuveyt’ten çıkarmakla yetinmek istemiyor, savaşın sürüp Irak’ın tümünün işgal edilmesini öneriyorlardı. Büyük silah tekelleri, petrol tekelleri ve savaş baronları harekete geçti. Dünya kamuoyunun Saddam’ın tümüyle yok edilmesine destek vermesi, Saddam nefretinin iyiden iyiye köpürmesi gerekiyordu.

Dünya televizyonlarında 23 saniyelik bir görüntü gezinmeye başladı. Güzelim bir deniz kuşu, bir karabatak, baştan aşağı petrole bulanmış, tüyleri kapkara bir  zift tabakasıyla kaplanmış,  sadece yürek parçalayan gözleri açıkta, hafif çırpıntılı Basra Körfezinin sularında çaresiz, umarsız yüzmeye çabalıyordu ve başaramıyordu.

Bu 23 saniyelik görüntü İskandinavya’dan bir kamuoyu araştırma şirketinin yayınladığı sonuçlara göre bütün dünya televizyonlarında, Güney Amerika’dan uzak Asya’ya, kuzeyden güneye, doğudan batıya, yedi iklim dört bucakta toplam 442 saat gösterildi. Kimi televizyonlar her gün o 23 saniyelik görüntüyü 10 defa, 20 defa tekrarlayarak seyircilerin gözlerinin içine, belleklerinin dibine  soktular.

Bir yaşlı kadının bir öfke çığlığı ile “Allahsız, imansız Saddam, bu masum kuştan ne istedin? Kahrolasın, tez vakitte yok olasın” diye ilenişinin dolaysız tanığıyım...

Medya görevini yaptı. Kara harekatı Irak’ın tepesine çöktü. Reddedilmeyen istatistik verilere göre 110 bin Iraklı sivil (Bir daha: Sivil) kara harekatı sırasında hayatını kaybetti.

Savaş bitti, Saddam pıstı. Irak, hava sahası kapatılmış  bir ülkeye dönüştü...

Bu arada önemsiz bir gerçek günışığına çıktı ve çıktığını izleyen bir kaç gün içinde yeniden karanlığa gömüldü.

“Tamam işte, Kuveyt’ten çıktı Saddam. Artık bu savaş bitsin” diyen, diyebilecek olanların yüreklerindeki ve bilinçlerindeki son itirazı da silip atan o petrole bulanmış, ölümü bekleyen karabatak görüntüsü 23 Ocak 1991 günü Basra Körfezinde çekilmemişti. 1984 yılında Fransa’nın kuzeyinde, Normandiya’da  kayalara çarpıp yan yatan Panama bandıralı bir petrol tankerinden denize akan petrolün yarattığı çevre felaketi sırasında çekilen görüntülerden alınmıştı...

Yani Karabatak bir Arap kuşu değil, bir Fransız kuşuydu ve hiç Basra Körfezine gitmemişti...

*    *    *

Bu epey eskilerde kalmış öyküyü niye anlattım?

Hiiiç...

Silah tekellerinin, savaştan beslenen sermaye gruplarının hizmetine koşan ya da milliyetçi, ırkçı ve militarist siyasetlere çanak tutmayı görev bilen medyanın gerçeği nasıl çarpıtabileceğini ve bizlerin bilinçlerini, vicdanlarını nasıl zehirleyebileceğini göstermek istedim... Ninem zamanından kalma “Medya 4. kuvvet” tanımlamasının 21. yüzyılda  “Yok canım, o artık birinci kuvvet. En lanetli kararlara kamuoyu dediğimiz sıradan insan kitlelerini hazırlayan bir güç” olarak değiştirilmesi gerektiğine vurgu yapmak istedim...

Peki durup dururken bu hikaye nereden  aklıma geldi?

Hiiiiiç...

Dün –meslek gereği- bütün kağıt gazeteleri elden ve gözden geçirdim. Önüme çıkan tablo da bana karabatak öyküsünü hatırlattı.

*    *    *

“Ortaya çıkan tablo da neydi” diye soranlarınız olursa, buyursun dünkü Türkiye gazetelerinin büyük bir kesiminin dünkü birinci sayfalarındaki manşeti (=Ana haber başlığını) okuyuversin:

Hürriyet: Vururum, Sabah: Yaklaşana vur emri, Milliyet: Suriye artık gayriresmi düşman. Habertürk: Gazabımız kahredicidir, Posta: Yaklaşma vururum, Vatan: Vur emri, Taraf: Suriye artık düşman ülke, Radikal: Üstüme gelme vururum, Cumhuriyet: Suriye artık düşman, Akşam: Bizden günah gitti, Star: Suriye artık askeri hedef, Bugün: İşte eylem planı, Takvim: Uyarmayız, vururuz, Aydınlık: NATO fos çıktı, Ortadoğu: Karşılıksız kalmasın, Yeniçağ: Yaklaşma vururum, Sözcü: Geç bunları, blöfle dış politika olmaz, Türkiye: Vuracağız, Milat: Oolum bak git, Şok: Gazabımız şiddetlidir,  Erdoğan dünyayı titretti,  Suriye şimdi yandı...

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"