Alın size okkalı bir soru:
Bu Meclis, Türkiye’yi yansıtıyor mu; Türkiye’nin aynası mı?
Yani iskemlelerin partilere dağılımı Türkiye’nin aynası mı? O iskemlelerde oturan milletvekillerinin kimlikleri, kişilikleri, kültürleri, ideolojileri, eğilimleri, yönelimleri, tavırları, davranışları, düşünceleri, tercihleri, kökleri, kökenleri... Daha sayayım mı ?
Şimdi soru bir kez daha: Bu Meclis Türkiye’nin aynası mı?
Soruya siz nasıl cevap verdiniz elbet bilemem. Ama ben altını çize çize “Evet, bu Meclis, bu ülkenin birebir aynasıdır” demek niyetindeyim.
Tersini düşünüyorsanız, bana hangi milletvekilinin bu ülkede bir karşılığı olmadığını, hangi partinin şu kadar iskemleye sahip olması gerekirken, daha az ya da daha çok iskemleye sahip olduğunu somut verilerle göstermelisiniz.
* * *
Tuzak bir soru sormadım. Ama hassas bir soru sordum.
Sorunun yanıtından demokrasinin yumuşak karnına da ulaşılabilir; seçme hakkına sahip yurttaşların sağduyusuna da...
Biraz açayım.
Demokrasinin yumuşak karnı dedim.
Evet, iki kilo bulgur, yarım paket çay, yarım okka şekerdern oluşan erzak torbasına kanıp oyunu erzakı dağıtan partiye veren seçmenin oyu ile o tek oyunun değerini bilen, oyunu vereceği partiyi kuyumcu terazisinde tartarak kullanan yurttaşın oyu eşit.
Rüşvet verecek ya da alacak kadar yüreği çürümüş heriflerin de oyları bir sayılıyor, kursağından haram lokma geçmemiş, tüyü bitmemiş yetim hakkı yememiş namuslu yurttaşın oyu da...
“Demokrasinin yumuşak karnı”na kanıt oluşturan benzer örnekleri hepimiz saydıkça sayabiliriz ve yine de unuttuklarımız kalır.
Evet, demokrasi üstünde düşünülmesi ve eninde sonunda aşılması gereken kusurlar da taşıyor.
Ancaaaak...
Ancak “elitler (=seçkinler) yönetimi” ayıbına kapılmadan, “Dağdaki çobanın oyu ile benim oyum bir mi” ilkelliğine kapılmadan bu “kusurların”ın nasıl aşılabileceğini; demokrasiyi, onu yok etmeden nitelikli kılacak, düzeyini yükseltecek yol ve yöntemler bulup çıkarmak önde gelen yurttaşlık ödevlerimizden.
Bunun kestirme bir çözümü, hoyrat bir reçetesi yok.
Böylesi kesin reçeteler deneyenler, önerenler ve inanmayacaksınız ama ciddi ciddi tartışanlar oldu, oluyor...
Mesela 27 Mayıs 1960’dan sonra yeni Anayasa hazırlanırken “Üniversite mezunlarının oyları 4, lise mezunlarının 3, ortaokul mezunlarının 2, ilkokul mezunlarının oyları 1 sayılsın. Okuma yazma bilmeyenler oy vermesin” diye öneriler üretildi; Kurucu Meclis’e sunuldu, dönemin gazetelerinde tartışıldı; hatta bu ayıp öneriyi savunanlar bile oldu.
E, peki bu ülkeyi soyup soğana çeviren, yoksul halkın sırtına milyarca liralık (YTL değil TL) kamburlar yükleyen, bütün bunlara rağmen ellerini kollarını sallaya sallaya aramızda dolanan banka hortumcuları ilkokul mezunu muydu; yoksa çoğu en seçkin okulları bitirmiş, Türkiye yetmemiş, yurtdışındaki ünlü üniversitelerden diploma almış “kültürlü hırsızlar” mı ?
Yani kestirme çözüm yok.
Bir kaç gün önceki Tırmık’ta vurgulamıştık, yineleyelim:
Demokrasi rejimlerin en iyisi değil, en az kötü olanıdır...
* * *
Kötümser olmak, demokrasiden umudu kesmek için de geçerli bir neden yok. Daha iyisi “icat” edilene kadar demokrasi yine de “ötekiler”in tümünden iyidir.
Bir kanıt vereyim mi ?
Çok değil, on yıl kadar önce bu ülkenin kaderi Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Mehmet Ağar gibilerinin ellerindeydi. Adlarını rüyada ansak “Aman Allahım, bir zamanlar bizi bunlar yönetmiş” diye ter içinde uyanacağımız kadrolar geleceğimize karar veriyorlardı. Şimdi hiçbiri yok. Anılardan bile silindiler.
Bunu kim yaptı ? Bu adamlar ve kadınlar kendiliklerinden “I-ıh ben bu işi beceremeyeceğim” deyip kenara mı çekildiler, yoksa seçmen, seçim sandığına attığı oylarla onları siyasetten kazıdı mı ?
Sakın “Gelen gideni aratıyor” demeyin. “Gelen”den de kurtulacaksak, bir gün sahiden özgürlüğün ışıdığı bir ülkede uyanacaksak, serbest piyasa tanrısına tapan siyaset bezirganları yerine yoksulun, emeğiyle geçinenin, üretenin sesi, sözü olabilecek yönetimlere kavuşacaksak buna yine demokrasi içinde ulaşacağız.
* * *
Bu Tırmık krizle, ardarda gelen işsizlik dalgaları ile seçim meydanlarında öfke kabartan kördüğüşü ile acıyan yüreklerimize su serpmek için yazıldı.
Çetin Altan ustamızdan ödünç bir öğütle bitirelim öyleyse: Enseyi karartmayın! Gelecek bizim ve bizim ellerimizde...