“Mağdur” hakkı yenmiş, haksızlığa, zulme uğramış demek...
Osmanlıca'dan dilimize girmiş bu kavramı bugünlerde çok duyacağız... O yüzden anlamını iyi bellemekte yarar var.
Bu iki satırlık “sözlük bilgisi”ni özellikle genç okurlarla paylaştıktan sonra şimdi bir soru:
Son günlerde patlayan linç girişimlerinde ortalığa dökülenler; silahını, satırını, döner bıçağını, olmadı taşı, tuğlayı, sopayı kapıp naralar eşliğinde insanlık ayıbı, hatta suçu sayılması gereken sloganlar atarak lince koşanlar kimlerdir?
Soru bu kadar.
Şimdi gelin şu acısı ve utancı henüz pek taze olan Selendi örneğine bakalım...
Selendi haritada Ege Bölgesi'nde. Ama Ege’nin verimli ovalarının bitip bozkıra komşu olan topraklarında bir kasaba.
Selendililer geçimlerini ağırlıklı olarak tütün ekerek sağlarlar.
İdi...
Başlangıçta sigara kaçakçılarının katkısıyla, ardından Hükümetlerin tütün ve sigara ithalatını serbest bırakmasıyla ve en sonunda da çokuluslu sigara tekellerine kapıların ardına kadar açılmasıyla Ege Bölgesi'nde dikilen “Balkan” türü tütünün yerini Virginia türü tütün aldı.
Ege bölgesinde yaşamsal önem taşıyan Tekel’in tütün alımları adım adım kısıtlandı. Ayrıca tütün ekim alanlarına da kısıtlama getirildi. Sonunda tekel özelleştirildi, Tekel kanalıyla tütün üreticisinin desteklenmesi uygulaması kalktı; tütün alımında devlet alıcı olmaktan çıktı...
Serbest piyasa tanrısına tapanlar bunu küreselleşen dünyada kaçınılmaz bir ekonomik uygulama olduğunu ileri sürebilirler. Tartışma konumuz bu değil. Ama tütün üreticisinin kaderiyle başbaşa bırakılmasını tartışmak gerek. Ne farklı ürün ekimine yönelik bir tarım politikası devreye sokuldu, ne yoksullaşan tütün ekicileriyle ilgili sosyal önlemler akla geldi. Tütün üreticisi adım adım kaderiyle ve görece çorak topraklarıyla başbaşa ve yoksullukla burun buruna geldi.
İnsanı değil kârı dert eden ekonomi politikaları, yurttaşın değil küresel ekonominin gereklerini gündemine alan devlet politikalarının kaçınılmaz sonucuydu bu.
Selendi (de) adım adım yoksulluk uçurumuna sürüklendi ve sonunda düştü.
Selendi (de) ülkenin mağdurlar ordusunda yerini aldı.
* * *
Yoksul çaresizdir. Yoksul, yoksullaşmasının sorumlusunu bilip bulup çıkaramaz. Ama yoksulluğun kavurucu baskısı yoksulun içinde öfkeler biriktirir. Öfke ise mutlaka bir düşmana ihtiyaç duyar. Bulduğu (yani bulduğunu sandığı) anda da düşmanının üstüne amansızca saldırır. Ahlaki değerler, komşuluk hukuku çiğnenir gider; hınçla pekişmiş öfke bilinçleri kör eder ve gün gelir mağdurlar ordusunun zorunlu erleri silahını, satırını, döner bıçağını, olmadı taşı, tuğlayı, sopayı kapıp naralar atarak, insanlık ayıbı, hatta suçu sayılması gereken sloganlar eşliğinde lince koşarlar...
Tıpkı Selendi de olduğu gibi...
Tıpkı Edirne’de, Trabzon’da, Dikili’de, Mersin’de, Sivas’ta, Babaeski’de,. Bayramiç’te, Salihli’de, Diyarbakır’da, Tarsus’ta, Bursa’da, İstanbul Kasımpaşa’da olduğu gibi...
Tıpkı ülkenin dört bir yanından gazete sütunlarına, TV ekranlarına taşınan linççi kalabalıklar gibi...
* * *
Mağdur, onu mağdur kılanları tanıyamaz ve tanımlayamaz. Ama mağdur olmanın acısını, kederini, çarezsizliğini ve öfkesini sürekli biriktirir.
Sonra bir gün patlar... İnsanlıktan istifa etmiş, vahşileşmiş, bilinci körelmiş bir yaratığa döner.
Linççi sürünün içinde yerini alır...
Oysa saldırdıkları da tıpkı kendi gibi mağdurlar ordusunun içindedir...
Kürttür, Çingenedir, Türktür, Alevidir, Hristiyandır, Yahudidir, Ermenidir, Rumdur, Araptır, Süryanidir, eşcinseldir, mini eteklidir, tesettürlüdür, dindardır, dinsizdir, işçidir, işsizdir...
Ama asıl mağdurdur, mağdur !..
Hakkı yenendir, haksızlığa uğrayandır, sömürülendir, ezilendir, itilen kakılandır...
Linççi ile linç edilen arasında uçurumlar yok. Bugün linç eden mağdur, yarın linç edilen mağdurların saldırısına uğrayabilir, linç edilebilir...
* * *
Peki mağdurlar birbirine düyşman olmaktansa, birbirini linç etmektense kendilerini mağdur edenlere karşı omuz omuza verirlerse ne olur?
Varın cevabını siz verin.
Benim bildiğim, “Başka bir ülke, başka bir Dünya mümkün” diyenler, o “mümkün”ü var kılmak için kolları sıvayan, elini taşın altına sokanlar bu soruya cevap arayanlardır...