Bizim belirlemediğimiz, çünkü belirleyemediğimiz gündem tepemize çöktü. Biz belirleyemediğimiz için de bize dayatılan bir gündemin içinde sürükleniyor, tercihlere zorlanıyoruz.
Bir haftalık yazı molası verdim ama bu e-posta yağmurundan da kurtuldum anlamına gelmiyor. Hepsini değil birbirine pek benzeyenlerin arasından önem verdiğim ikisini paylaşmak istiyorum.
Genç bir arkadaştan gelen e-posta: “Aydın abi, her şey karman çorman, kafalar da karman çorman. Sence biz bu AKP - Cemaat kapışmasında hangi tarafı tutmalıyız ?”
İkincisi bir meslektaştan gelen uzun bir T24 eleştirisinden bir cümle: “…Bu kirli savaş ortamında T24'ün terazisinin kefesinin RTE ve AKP karşıtlığı üzerinde ağır bastığını düşünüyorum.”
Tartışmaya değer.
Buyrun…
* * *
Yazının başlığında ipucu var. Tartışmaya da oradan başlasak daha iyi.
17 Aralık’ta Cemaat kaynaklı bir yolsuzluk operasyonu başlatıldı. “Operasyon” terimi burada yerine oturuyor. Dershaneler kavgası ile su yüzüne çıkan iktidar koalisyonu içindeki çatlak 17 Aralık’ta tırmandı ve Cemaat, AKP iktidarını yumuşak karnından vurdu. Sert bir darbe idi.
Gezi direnişinin kötü anılarından henüz kurtulamamış Erdoğan küplere bindi. Yumuşak karnına inen darbe’nin etkisini yok etmek, en azından hafifletmek için ülkenin zaten kör topal yürüyen hukuk sistemini dinamitleyen adımları art arda ve pervasızca atmaya başladı. Çağdaş devletin ayırt edici ilkesi “kuvvetler ayrılığı”nı yok etmecesine “yargı erki olmayan bir devlet” inşa etmeye koyuldu. Halen de bu yolda adımlar atmakta…
Ama biliyorsunuz Erdoğan bu adımlarla yetinmedi. Yolsuzluk operasyonunu darbe girişimi olarak yorumladı ve bütün söylemini (=Discours) bunun üstüne kurdu.
Olup bitenin seçilmiş bir iktidara karşı saydam olmayan, demokratik denetimden uzak ve siyasete ise fazla yakın bir çevrenin, yani Cemaat’ın operasyonunun bir darbe girişimi olduğunu sadece Erdoğan söyleseydi belki bu yazı yazılmazdı. Ama görüşlerine önem vermemiz gereken pek çok meslektaş, siyasetçi ve aydın da darbe terimini kullanıyor.
Kuşkusuz burada darbe Hükümeti zayıflatacak bir vuruş olarak değil bal gibi bir hükümet darbesi girişimi anlamında kullanılıyor.
Bu değerlendirme doğru mu?
Dahası böyle bir değerlendirme mümkün mü?
Üç buçuk (27 Mayıs 1960,12 Mart 1971,12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997) darbe görmüş Türkiye’de darbe terimi zor kullanarak ya da zor kullanabilecek bir gücün somut tehdidi ile seçilmiş hükümeti, parlamentoyu alaşağı etmek, devirmek anlamında kullanılır ve algılanır.
Eğer gerçekten de zor kullanan ya da kullanabilecek donanımda bir güç seçilmiş iktidara (bu tepesinde Tayyip Erdoğan’ın yer aldığı AKP gibi bir parti bile olsa) yönelik bir darbe girişiminde bulunsaydı demokratik bilincimiz ve yurttaşlık görevimiz duraksamadan seçilmiş iktidarın yanında saf tutmak hem de sımsıkı saf tutmak olurdu.
Oysa AKP – Cemaat çatışmasında böyle bir durum yok.
2002’de elbirliği (“gayri resmi koalisyon” diye de okuyabilirsiniz) kurup iktidara gelen; elbirliği ile askerlerin siyaset üstündeki ipoteğini kırıp, askeri büyük ölçüde kışlasına sokan, bunu yaparken hukuku iğdiş edip sahiden darbe girişimi gibi ağır bir suç işleyenleri değil, intikamcı bir ilkellikle hukuken mahkum edilemez, suçları komutanlarının emirlerine uymaktan ibaret askerleri de ağır hapis cezalarına çarptırıp kendilerine dikensiz gül bahçesi yaratan iki siyasal güçten söz ediyoruz: AKP ve Cemaat.
Ortada darbe filan yok ve benim de Erdoğan’ın kabak tadı veren “darbe” nitelemesine kulak asmaya niyetim yok. Ortada sarmaş dolaş iktidar olmuş iki ortağın baş düşmanlarını etkisizleştirdikten sonra iktidar paylaşımında kavgaya tutuşmaları var.
Paralel devlet nitelemesi de en az darbe terimi kadar anlamsız. Okulda bize (herhalde size de ) paralel kavramını “Sonsuzda kesişen iki doğru” diye öğretmişlerdi. Çocuk bilincimin tam kavrayamadığı bu saf matematik tanımlamayı açmasını istediğim öğretmenim de gülümseyip “Yani hiç kesişmeyen, birbirine hiç değmeyen” demişti…
Eeee?
AKP ile Cemaat nerede paralel iki yapı oluşturdular ki? Tersine sımsıkı birbirlerine sarılmışlardı. Kavga çıkınca ayrıldılar. O kadar…
* * *
Sanırım genç okurumdan gelen “Aydın abi, her şey karman çorman, kafalar da karman çorman. Sence biz bu AKP - Cemaat kapışmasında hangi tarafı tutmalıyız ” sorusu cevaplanmış oldu.
Yangınla kundakçı arasında taraf tutmak niye? Biz itfaiyeciden yana olmalıyız.
Veba ile kolera arasından tercih yapmak niye? Biz hekimden yana olmalıyız.
AKP ile Cemaat arasında taraf tutma tercihi de nereden çıktı? Biz sadece ve sadece demokrasiden ve hukuk devletinden yana saf tutmalıyız.
Üstelik bu günlerde saflarımızı alabildiğine sıkıştırmalıyız. Hem AKP tepelerine, hem Cemaat tepelerine karşı…
* * *
Yazının başında bir e-posta daha aktarmıştım. T24’ün terazisinde kefenin AKP ve Tayyip Erdoğan karşıtlığına ağdığını söylüyordu.
Ne diyeyim?
“İnsaf” desem yeter mi?