13 Şubat 2012

Kuşun Kanadından, Postacının Çantasından

...Zarfın içinde bildiğimiz fotokopi kağıdının yarısı boyutunda bir mektupçuk...

 

Oturup “MİT’i mi tutuyorsun, polisi mi” diye matrak bir yazı yazmaya niyetlenmişken...

Bir türlü dilleri “AKP’nin koalisyon ortakları kapıştı” demeye varamayanlarla dalga geçen bir Tırmık döktürmeyi hesaplarken...

Olmazsa “Hrant’ın arkadaşları”nın ne kadar  “parazit” olduğunu (Öyle dendiğine göre diyenlerin herhalde bir bildikleri vardır) anlatacak yine matrak bir Tırmık döşenmeyi tasarlarken...

Postacının çantasından bir mektupçuk masama düştü...

Bana ulaşana kadar neredeyse iki ay geçmiş. 

Zarf açıktı. Bakmadan anlaşılır: O bir hapishane mektubudur. İçi “Görülmüştür” damgalı bir hapishane mektubu...

İçine bakmadan dalıp gittim. Biz “dışardakiler” artık e-maillerle yazışıyoruz; tweet atıyoruz; SMS’ler yolluyoruz.  Kaç zamandır postacının çantasından çıkma bir mektup almadım ve atmadım ben ?

Bir yıl? Çık çık... İki, üç, beş?

Bilemedim, hatırlayamadım.

Haydi size sorayım: Postaya verilen mektuplara kaç kuruşluk pul yapıştırılıyor?

Bilemediğinizi biliyordum. Öğrenin: 25 Kuruşluk!..

Zarfın içinde bildiğimiz fotokopi kağıdının yarısı boyutunda bir mektupçuk. Bir yüzünde acemi ve acı bir karikatür. Öteki yüzünde hapishane duvarlarını nasılsa aşabilmiş bir çığlık!

\

   "Acemi ve acı bir karikatür..."

 

Okuyun:

“Merhaba. Tutuklu 200 kadar hasta tutsaktan ikisi daha hayatını kaybetti. 20 yıldır hapisphanede bulunan Latif Bodur 7 Kasım 2011 tarihinde hayatını kaybetti. Ama bu normal bir ölüm değildir. Katledilen iğer hasta tutsaklar gibi Latif  Bodur da katledildi. Çünkü kendisiyle ilgili ‘Yüzde 90 yaşam fonksiyonlarını kaybetmiştir. Cezaevinde yaşamını sürdüremez’ şeklinde hastane raporuna siroz, tüberküloz, kanser olmasına rağmen tahliye edilmemiş, ailesinin tahliye talepleri kabul edilmemiştir. Bu derece ağır hasta olan bir tutsağa karşı böylesine bir yaklaşım büyük bir kin ve düşmanlığın göstergesidir.

Bu nedenle yaşamını yitiren, katledilen bir mahpus da Avni Karabulut’tur. Kendisi tedavisinin yapılması için savcılığa yazdığı dilekçede ‘İki gündür kan kusmaktayım. Tam iki torba dolusu kan kusmuşumdur’ diyerek durumunu beritmiş, hastaneye götürüldüğü halde ‘Durumu acil değil’ denerek hapishaneye gönderilmiş, ancak aynı günün gecesi kan kusarak yaşamını yitirmiştir.  

Yetkili kurum ve kişiler bu ölümlerin birinci dereceden sorumlusudur. Hapishanelerde ciddi sağmlık sorunu bulunan, acil tedavi ve tahliye edilmesi gereken onlarca ağır hasta tutsak vardır. Eğer tepki gösterilmez, engel olunmazsa herkesin gözleri önünde yaşanan bu cinayetler devam edecek, katledilenler listesine yenileri eklenecektir. Duyarlık göstermeniz dileğiyle.”

Bu kadar...

Altında hapishane duvarı kadar iç karartıcı bir damga: “Tekirdağ 1. Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Mektup Okuma Komisyonu. Görüldü”

Yüksek güvenlikli öyle mi?

Bu yüksek güvenlik kim için? Kimin güvenliği için?

Orada insanlar ölüyor ve güvenlik yüksek.

Kara mizah!..

*    *    *

Bilmeyen o beton duvarların, kör pencerelerin, karakışta buza kesmiş hücrelerin içinde gözü dönmüş canilerin, üç beş kişiyi öldürmüş (siyasi) katillerin yattığını düşünür.

Oysa orada büyük çoğunluğu afiş yapıştırdığı, duvara yazdığı, yürüyüşe katıldığı, hatta halay çekip şiir okuduğu için “özel” yetkili mahkemelerin “güzel” yetkili yargıçlarınca 10 yıla, 12 yıla, 18 yıla hüküm giymiş gencecik kadın ve erkekler yatıyor.

Silivri ile yatıp Silivri ile kalkanlar,  Metris önünde gece nöbetine duranlar o kadın ve erkeklerin sözü edildiğinde suratlarını buruşturuyorlar; onları çoktan unuttular ve unutmak için çaba bile harcamadılar. Gencecik kadın ve erkeklerden söz ediyorum... Gazetelerde artık adları geçmeyen, TV’lerde gösterilmeyen...

*    *    *

Kış fena bastırdı.

Üşüyor musunuz? Kaloriferler yanıyordur inşaallah! Korkmayın İran doğal gazı kesmeyecek, Rusya akıtmaya devam edecek ve Azerbaycan doğal gazındaki pompa arızası giderildi.

Tekirdağ’ın, Kandıra’nın, Sivas’ın, Erzurum’un, Diyarbakır’ın, daha bilmem nerenin F tipi hapishanelerinde, sadece beton ve bir avuç gökyüzü görünen hücrelerinde karakışın pençesinde titreyen ve yine de başının gölgesini öne düşürmemeye çabalayan gencecik kadın ve erkekler yatıyor.

Siyasi görüşlerini benimsemeyebilirsiniz; benimsedikleri siyasal mücadele yöntemini reddedebilirsiniz ama onların da bu ülkenin yurttaşı olduğunu gözardı edemezsiniz. Çığlıkları beton duvarların ardında boğulan o yurttaşlarımızın göz göre göre soğuktan, kötü beslenmeden, beslenmemeden, gardiyan zulmünden ağır ve acılı bir ölüme yürümelerini umursamadığınız sürece Silivri’de, Metris’te, Hasdal’da hukuk dışı uygulamalar var diye yeri göğü inletmeniz sadece ve sadece bir vicdan kararmasının kanıtıdır.

Bilesiniz...

*    *    *

T24’ün “yeni yüzü”nün ilk gününde ve sonraki günlerinde yazılar yazmaya yüzüm olması için kimileriyle ranza bölüştüğüm, volta attığım, kimilerini tanımasam bile neler duyduklarını çok iyi bildiğim o gencecik erkek ve kadınların çığlığını sizlere iletmeye çabaladım.

Beceremedim biliyorum.

Ama yine de sorayım:

Karakışın ortasındayız. Üşüyor musunuz?

Benim içim üşüyor...

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim