04 Haziran 2014

Kürtlere akıl öğretmek…

Biliyordum ama bu kadarını tahmin etmiyordum: Eline kalem alan, bilgisayarın klavyesine yumulan, Kürtlere akıl öğretiyor.

Dün salıydı ya, “Salı” benim için asla televizyon seyretmeme günüdür. O gün partilerin grup toplantıları var. Yani kağıt üstünde partili milletvekilleri bir araya gelip Meclis’te yapıp ettiklerini gözden geçirecekler; yapıp edeceklerini tartışacaklar, eleştirecekler falan filan. Ama biliyorsunuz öyle değil, Salı, parti başkanlarının  amigo milletvekilleri ve takviye güç olarak getirtilmiş amigo seyirciler eşliğinde kürsüye çıkıp “salla sallayabildiğince günü”.

Benim içinse ruh ve akıl sağlığımı korumak için zaten aram pek iyi olmayan televizyon seyirciliğinden uzak durma günü…

Öyle yaptım ve internette gazete, dergi, haber sitesi gibi kanallarda dolandım.

Biliyordum ama bu kadarını tahmin etmiyordum: Eline kalem alan, bilgisayarın klavyesine yumulan, Kürtlere akıl öğretiyor. Sosyalistlerden tutun da kendini sol diye tanımlayan ulusalcı, milliyetçi kalem erbabına, gözü kapalı AKP yandaşlarından, gözü dönmüş AKP karşıtlarına kadar pek geniş bir kesim Kürtlere akıl öğretmek ortak paydasında buluşmuşlar.

 Kuşkusuz aklı başında çözümlemelere, sağlam akıl yürütmelere dayanan yazılar da var. Ama bu ortak paydayı değiştirmiyor: Kürtlere akıl öğretmek.  Barış sürecinde ne yapmaları, ne yapmamaları. neyi, neden ve nasıl yapmaları üstüne sayfalar ve sayfalar döktürülüyor…

Hepsini özetlemek bile mümkün değil. Çok meraklıysanız, “Hazreti Google”a sorun ve önünüze çıkan yüzlerce yazı ve hablri vaktiniz varsa okuyun..

*    *    *

Kürt siyasal hareketi ne istiyor?

Kürtlerin eşit haklı yurttaş olmaları için önlerindeki bütün siyasal, kültürel, idari ve hukuksal engellerin kaldırılmasını…

Bütün Türkiye’de, ancak orada olmayacaksa, olamayacaksa Kürtlerin yoğun ve çoğunluk olarak yaşadıkları illerde Ankara’nın, yani merkezi devletin yetkilerinin önemli bir bölümünün yerel yönetimlere devredilmesini…

Bu talepler oldum bittim vardı ve oldum bittim askeri yöntemlerle cevaplandı.  Ancak 1990’lı yıllardan itibaren silahlı mücadeleyi siyasal mücadelelerinin merkezine koyan PKK’yi bu yöntemlerle bastırmak mümkün olmadı. Türkiye kamuoyuna  her yıl askeri ve siyasi ağızlardan anlatılan “Bu ilkbaharda PKK’nin işini bitiriyoruz; bilemedin yazın iş tamam; o da olmazsa sonbaharda kesin ve belki biraz da kış aylarına sarkar” masalı inandırıcılığını yitirdi. Dahası PKK ile mücadele hukuksuzluk, çeteleşmiş güvenlik güçleri, muhalif unsurların yargısız infazlarla yok edilmesi aşamasına sıçradı.

Üsttelik kamuoyunu yatıştırmak için her yıl dağı taşı bombalamak, devletle iş bağlamış aşiret ağalarını korucubaşı yapıp binlerle ölçülen silahlı gücü maaşa bağlamak devlet bütçesinin taşıyamayacağı bir ekonomik yüke dönüştü.

Tam bu dönemde pragmatist, yani ilkelere boş verip hedefe kilitlenen AKP iktidara geldi, ardından devletin iplerini birer birer eline geçirdi.  Askeri yöntemlerle PKK’nin bitirilemeyeceğini gördü. Din silahını kullanmayı denedi.  O günlerde AKP liderinin ateşli nutuklarını anımsayın. Mütedeyyin Kürtleri PKK bayrağı altından çıkıp İslamın bayrağı altında buluşmaya çağırıyordu. Bu manevra tutmadı. Erdoğan için tutmadığının kanıtı seçim sandıkları oldu. Partileri ha bire kapatılan, partilerinin adlarını (DEP, HEP, DEHAP, HADEP, ÖZDEP, DTP, BDP…) kendilerinin bile saymakta zorlanır hale gelen Kürtler her seçimde  kendi partilerini desteklediler ve bu oy desteği Kürt illerinde gitgide tırmandı. Sonuncusu 2014 yerel seçimleri, en sonuncusu üç gün önceki Ağrı ve Norşin seçimleri oldu.

Askeri yöntemlerin, din eksenli propagandanın sökmediğini ve ekonomik yükün iyiden iyiye katlanılamaz hale geldiğini gören pragmatist AKP “barış süreci”ni başlattı.

İlk adım dağdan inip Habur kapısından Türkiye’ye girenler oldu.  Sonuç da fiyasko oldu.  Henüz beli kırılmamış askeri vesayet ve henüz Kürt sorununun barışçıl çözümüne hazır olmayan Türk kamuoyu, Habur’u boşa çıkardı.

*    *    *

Bu aşamada, bütün olumsuz koşullara rağmen  barışçıl çözümden vazgeçmemeyi başaran Kürt siyasal hareketi de, AKP tepeleri de alkışı hakettiler. Barışçıl çözümden neden vazgeçmedikleri, ne hesap yaptıkları bu noktada çok önemli değil. Çünkü vazgeçmelerinin anlamı açık: Savaş…

O gün de, bugün de Kürt siyasal hareketi ile AKP’nin barış görüşmeleri sürdürmelerine karşı çıkan, sürecin kaçınılmaz zigzaglarından sonuç çıkarıp “Bu iş yattı” diyenlerin cevaplamaları gereken tek bir soru var:

-  “O iş” yattı ise savaş başlayacak demektir. Başlasın mı ?

Önceki gün İmralı ile görüşmeden dönen HDP heyetinin  getirdiği Öcalan’ın mesajındaki “Heyetler arası müzakere aşamasına geldik” sözleri ve iyimser değerlendirmeleri “Oooo, abicim,  Erdoğan ile Apo işi çoktan bağlamış, pazarlıkta anlaşmışlar” yollu sinsi sırıtmalar eşliğindeki yorumlarına ne demeli?

Türkiye Cumhuriyeti devleti ile Kürtler arasında 30 yıldır süren savaşın bitmesine yönelik bir adam daha atılmış, diye sevinmek yerine, bu üstü örtük (kimilerinde üstü de açık) hayıflanmalar neye hizmet eder?

Barış süreci denen görüşme ve uzlaşmalar zinciri devletin dizginlerini elinde tutan AKP ile İmralı – Kandil - Diyarbakır üçgeni arasında sürmeyecekti de kimler arasında sürecekti?

Kürtlere akıl vermek yerine “Şu barış sürecinin daha hızlı yürümesi ve sınırlarını Tayyip Erdoğan zihniyetinin çizeceği bir darlıktan kurtulması için katkım ne olabilir” sorusuna cevap aramak varken, tutup “Niye AKP ile görüşüp anlaşmaya çalışıyor bu Kürtler” diye hayıflanmak yeniden savaş istemek değilse ne?

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim