Bir önceki Tırmık’da “Konuya kaldığımız yerden devam edeceğiz” demiştik ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Önceki gün boyunca yollardaydım. Henüz hem araba kullanıp hem Tırmık yazmayı beceremiyorum. O yüzden dünü boş geçtik.
Olsun.
Tam da üstünde durduğumuz, T24 okuru A.H’nın açtığı tartışmayı derinleştirmeye çalıştığımız şu sıralarda Libya’daki dramatik gelişme(ler) zaten konuyu daha da güncelleştirdi.
Hatırlayalım, A.H ne diyordu:
“...Artık ulus-devletleri aşan bir insan hakları, demokrasi kavramsallaştırması var. Artık 'kozmopolitan müdahalecilik' diye yeni bir yaklaşım var...”
Var mı sahiden?
Evet kavramsal düzlemde var. Henüz içeriği doğru dürüst belirlenmemiş ama yine de var.
Kozmopolit teriminin siyasal literatüre uygun çevirisi “Dünya vatandaşı”.
Doğrudur. Kendini hiç bir etnik ya da dinsel ya da ulusal kimlikle tanımlamayan, o yüzden de “Ben Dünya vatandaşıyım” diyen kişiler var. Ama unutmayalım ki “Ben Dünya vatandaşıyım” demekle Dünya vatandaşı olunamıyor. Hâlâ varlığı sürdüren ve varlığını sürdürmek için direnen ulus-devletler, kapısına gelen Dünya vatandaşlarına pasaport soruyorlar; oturma izni, çalışma izni vermekte son derece dikkatli ve cimri davranıyorlar.
Kozmopolitan olmayı becerebilen sadece sermaye; özellikle finans sermayesi. O, ulus devletlerin sınırlarını kolayca, olmazsa zorla aşıyor; sınır, pasaport, yerel kanun, nizam tanımaksızın dünyayı dörtnala dolanabiliyor ve yarım puan daha yüksek faiz elde edebileceği ülkeleri dalıyor; faizler yarım puancık bile inse kapıyı vurup çıkıp gidiyor. IMF, Dünya Bankası, uluslararası işlemlere açık borsalar gibi güçlü, sıkı ve iyi örgütlenmiş kurumlar, örgütler bu ulusötesileşmiş, hertürlü milli bağdan arınmış, kozmopolitleşmiş finans sermayesine yeryüzünde özgürce dolaşabilmesi için gerekli koşulları yaratmakla görevliler.
Buna karşılık “Dünya Sosyal Forumu” gibi henüz bebek olan, çocukluk hastalıklarının tümünü yaşayan, nereye evrileceği, hatta bir yere evrilip evrilmeyeceği bugünden belli olmayan bir kaç hareketi, gevşek örgütlenmeyi saymazsak dünyadaki olup bitene ulusal çıkar denen hesaplara saplanmış ve çoğu zaman insansal değerleri ayaklar altına almakta hiç sakınca görmeyen güçlerle mücadele edecek; onların karşısına insanoğlunun bugüne kadar biriktirdiği bütün olumlu değerleri savunacak; uluslarası hukuku insanoğlunun binlerce yıllık adalet arayışına uyumlu kılacak yönde zenginleştirecek ve derinleştirecek bir caydırıcı güç, bir hareket, bir örgütlenme yok.
Sözü uzatmadan sıcak bir örneğe bakalım:
Libya’da Kaddafi devrildi (gibi). Bugüne kadar sayıca küçük ama silah donanımı ile güçlü kabilesi içinde dağıttığı iktidar organları da Kaddafi ile birlikte çöktü.
Peki Kaddafi rejimi yerine şimdi Libya’ya ne gelecek?
Hanüz kabile düzeni gibi arkaik sosyal ilişkilerin ötesine geçememiş bir ülkede, herhalde şimdi özgürleşmiş bireylerin rejimi olmak gereken demokrasi egemen olmayacak.
Herhalde NATO uçakları ve savaş gemileri Libya’daki Kaddafi güçlerine havadan ve denizden bomba yağdırırken “Şu ülke çok geri kaldı. Onu Batı Avrupa demokrasi standartlarına kavuşturmak için müdahale etmemiz şart” demediler.
O yüzden A.H’nın iyimserliğini paylaşmıyorum.
O yüzden Arap Baharı denen kitlesel ayaklanmalara çok geri rejimleri ve diktatörlükleri devirdikleri için sevinerek, ama nereye evrilecekleri konusunda hayal kurmayacak kadar da kuşkulu bakıyorum.