Yağmurlu, üstelik dört bir köşesinde seçim mitingleri yapılan, dolayısıyla trafiğin düğüm değil, kördüğüm de değil, kör-kör-kördüğüm olduğu bir kentte ne yapılır ?
Ben de öyle yaptım.
Televizyonda haber kanalları miting gösteriyordu. Sıkılırım. Zıpladım. National Geographic timsah, yılan filan gösteriyordu. Korkarım. Zıpladım. Geri kalanlar sade suya tiritti. Zıplamadım, kapattım.
Oturdum Tempo24 yayına geçtiğinden bu yana yazarların, haberlerin altında ne kadar “okur yorumu” varsa elden geçirdim.
İyi etmişim.
Okur yorumları okur çoğunluğunun hangi konularda, ne gibi duyarlıkları olduğunu kavramak için mükemmel bir kaynak.
* * *
Şimdi burada Tırmık’a ara verin ve aşağıda, Bekir Ağırdır arkadaşımızın dün (Pazartesi) yayınlanan ve toplumdaki “kutuplaşma”yı analiz (=çözümleme) eden yazısından aktardığım uzunca bir alıntıya gözatın:
“.....Toplumun bir kesimi var ki ülke ortalamasının üzerinde eğitim ve gelir seviyesinde. Bu kesim gündelik hayat pratikleri açısından da modern hayatın içinde. Laik, özgürlükçü bir hayat yaşıyor. Yine bu kesim toplumun entelektüel birikiminin ve yaratıcılığının yığıldığı yer. Bu uçtaki insanlar son yirmi yılın özellikle de AKP iktidarı ile birlikte son 6 yılın gelişmelerinden rahatsız. Kendi hayat tarzı üzerinde baskı ve hatta tehdit hissediyor. Bu nedenle de kendi hayat tarzı, özellikle de laiklik ve özgürlükçülük merkezli bir noktada diğerlerinden ayrışıyor....”
Bu zengin içerikli ve önemli çözümlemenin tamamını okumak isterseniz size bir tık uzakta (Gözünü sevdiğiminin e-gazetesi).
Ben aktardığım bölümle yetineceğim.
Öyle sanıyorum ki Tempo24 okurları büyük ölçüde Bekir Ağırdır’ın yukarıda tanımladığı toplum öbeğinden oluşuyor. Yazının başında değindiğim “okur yorumları” da Ağırdır’ın saptamasını doğruluyor, pekiştiriyor.
Büyük çoğunluk kimi generallerin toplum mühendisliğine soyunup, kendi –ne yazık ki sığ- değerlerini ve ideolojilerini topluma dayatmak için gerekirse iktidara zor kullanarak elkoymaya kalkışmalarına karşı. Kimileri açıkça, kimileri dolaylı, ama karşılar...
Ama aynı çoğunluk siyasal islamın temsilcisi AKP’nin Türkiye’yi yönelttiği yol ve ideolojik çizgiye de bir o kadar karşılar. Bu kesim AKP’nin izlediği, hatta pervasızca izlediği kültürel ve sosyal politikalarla yaşam biçimlerinin ve değerlerinin tehlikede olduğu kanısındalar ve bu konuda üstlerinde toplumsal bir baskı hissediyorlar. Üstelik bu baskının gün geçtikçe yoğunlaştığı kanısındalar.
Kimileri bu durumu “sivil darbe” terimi ile niteliyor. Kimileri kaygı belirtmekle yetiniyor. Ama bir ürkü ve korkunun egemen olduğu da aşikar.
* * *
Sanıyorum tartışmayı “Başı açık - kapalı”, “Kadın – erkek eli sıkıyor, sıkmıyor”, “içki içiyor, içmiyor”, “mayo ile denize giriyor, girmiyor”, hatta “Göbeğini kaşıyor, kaşımıyor” kısırlığına indirgemeden ele almazsak bu çıkmaz sokaktan da çıkamayacağız.
Tartışmayı bir üst düzleme yükseltmeye ve soruyu öfkelenmeden, laf kalabalığına getirmeden ve getirtmeden tartışmaya ne dersiniz ?
Soru olanca yalınlığı ile önümüzde:
Siyasal islam demokrat olabilir; demokrasiyi taşıyabilir mi ?
Soru yalın ama bir o kadar da zor.
Bu soruya AKP’ye yakın duran, en azından AKP’de bir tehlike kokusu almayanların sıkça başvurduğu bir yanıt var: “Hristiyan dünyası nasıl demokrat olabildi; demokrasiyi nasıl taşıyabildiyse islam da taşır elbet !”
İlk bakışta haklı gibi görünen bir yanıt. Ama biraz eşelersek “Pek de öyle değil” demek gerekiyor.
Avrupa (özellikle Orta ve Batı Avrupa) 160 yıl önce, 1848’de, “Halkların baharı” diye anılan o büyük “yurttaş ayaklanmaları” döneminde kiliseyle hesaplaştı. Papalığın ve ülkelerdeki temsilcilerinin siyasal ve ekonomik erklerini –zor da kullanarak- kırdı ve ait oldukları yere, kilisenin duvarlarının içine yolladı. Demokrasiye bu yol geçilerek ulaşıldı.
Oysa islam dünyasında bugüne dek cami ile bir hesaplaşma yaşanmadı. “Cami”nin resmen olmayan ama fiilen varolan erki (=iktidarı) ciddi bir kısıtlamaya uğramaksızın sürdü, sürüyor...
Bu ise göksel yasaların ve kuralların geçerliğini sürdürmesi demek. Tartışılmayan, tartışılamayan, tartışılması mümkün de olmayan yasa ve kurallardan söz ediyoruz. Üstelik İslam, Hristiyanlıktan farklı olarak yaşamın bütün alanlarını düzenleyen kurallar, yasa hükmünde buyruklar taşıyor. Kadın – erkek ilişkisi, ticaret, eğitim, hukuk gibi tümüyle “dünyevi” alanlarda uyulması zorunlu “göksel” kurallar ve düzenlemeler getiriyor.
Demokrasi ise tümüyle dünyevi; tümüyle insan yapısı yasa ve kurallar demek. Tartışılabilir, eleştirilebilir değiştirilebilir yasalar ve kurallar...
Böyle bakınca “İslam ile demokrasi uyum içinde ve birarada varolabilir mi” sorusu, öyle bir çırpıda cevaplanabilecek bir soru değil.
Yazı uzadı. Anlaşılan önümüzdeki günlerde bu konuya yeniden döneceğiz.