Ben İstanbul’da yaşıyorum, Anadolu yakasında. Yerel seçimlerde Üsküdar Belediye Başkanı ve Belediye Meclisi üyelerini; İstanbul’un tümü içinse Büyükşehir Belediye Başkanı ve Belediye Meclisi üyelerini seçeceğim.
Sıradan bir yurttaş olarak oyumu kime vermem gerektiğini kararlaştırmak için bugünlerde seçim haberlerini, adaylarla ilgili haberleri, partilerin yerel yönetim programlarını, partilerin ve onların adaylarının seçim propagandası sırasında yapıp ettiklerini, söyleyip savunduklarını daha bir dikkatle gözden geçiriyorum.
Öyle ya, yurttaş denen fukaranın, demokrasilerde (hatta demokrasicilik oynanan ülkelerde) tek silahı var: Oy ! Eh, onu iyi kullanmak, doğru kullanmak hem yurttaşlık ödevi hem de yurttaşın kendi çıkarlarını koruyup kollaması demek.
Yani topu topu tek oyum için çok cimriyim; ince eleyip sık dokumak zorundayım.
Durum bana özgü değil. Hepimiz, herkes, her seçmen için geçerli. Benim gibi kentlerde, kasabalarda, beldelerde yaşayan, çalışan, vergi ödeyen milyonlarca sıradan yurttaş da oyunu kime vereceğini 29 Mart’a kadar kararlaştırmak zorunda. Ha İstanbul’da, ha İzmir’de, Sinop’da, Anamur’da, Kars’ta, Muğla’da, Edirne’de, Hakkari’de, her yerde bu böyle...
Peki kime oy vereceğiz ? Oyumuzun rengini ve yönünü nasıl ve neye dayanarak kararlaştıracağız ?
Zor soru !..
Zor, çünkü bugüne dek gazeteleri titizlikle taradım; TV’lerin yerel seçimlere ilişkin haberlerinde dikkat kesildim, tartışmaları izlemeye çabaladım...
I-ıh... Benden oy isteyenlerin nasıl bir belediyecilik yapacaklarına ilişkin kararımı kolaylaştıracak açıklıkta, derinlikte, içerikte herhangi bir iz bulamadım.
İstanbul’u alalım.
Şimdiki başkan “Şu kadar yılda şu kadar iş yaptık, hız kesmeden yola devam” diyor. Tamam, yaptıklarınızı biliyoruz, kimi sahiden iyi, kimi berbat... Ama beni zaten yaptıklarınız değil şimdi ne yapacağınız ilgilendiriyor. Ama hayır, dişe dokunur bir bilgi yok...
Öteki güçlü aday karşımıza bir triomvira (üçlü yönetim) çıkardı “Bu üçlü, çok güçlü” dedi. Tamam, kafiye tutmuş ama bu “güçlü üçlü” ne yapacak, yapacaklarını nasıl yapacak ? I-ıh, onda da ilaç için dişe dokunur bir bilgiye rastlamadım.
Öteki kent, kasaba ve beldelerde durum İstanbul’dan farklı değil.
Eee, bu durumda çok değerli tek oyumuzu kime ve neden vereceğiz ?
* * *
Tamam plan, program, proje, kaynak, kadro konusunda oyumun rengini belirlemeye yarayacak pek bir şey yok...
Peki ne var ?
Ardı arkası kesilmeyen yolsuzluk haberleri, ihbarları, olayları...
Belgeler havada uçuşuyor. Son üç hafta içinde hırsızlıktan, yolsuzluktan, pislikten, rüşvetten tutuklanan, gözaltına alınan belediye başkanlarının sayısını artık bilemiyorum; mesleğime rağmen o tür haberleri izlemekten neredeyse vazgeçtim.
Pes ettim yani...
Dahası seçim propagandasını dürüstlük, evet sadece dürüstlük üstüne kuran, onun dışında belediyecilik konusunda herhangi bir şey söylemeyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun partisinin İstanhbul’daki güçlü adamı Sevigen soyadlı zat, boğazına kadar battığı bir “nüfuz suistimali” olayıyla ilgili gözlerimizin içine baka baka “Yaptığım etik olmayabilir. Doğru. Ama çok büyük etik olmayan bir şey yok” dedi. Yani “çok ahlaksız değil, az ahlaksızım” dedi. Yani sakıncası yokmuş; adam “biraz gebe olmak” gibi “biraz ahlaksız”mış. Nitekim istifasında bile “küçük etik, büyük etik” saçmalığının izleri vardı. Adam derin siyasal ayıbı, hatta suçu yüzünden değil, partisini korumak için istifa ettiğini tam bir pişkinlikle açıkladı.
Peki CHP kanadı böyle de AKP kanadı pek mi farklı ? Oraya bakıyorsunuz, karşınıza al birini vur ötekine çıkıyor.
* * *
Sonuç:
Adaylar, partileri, o partiler adına propaganda çalışmalarını yürütenler bize tek bir şey söylüyorlar:
Öteki partide çok hırsız var, bizde öyle değil...
Bu koşullarda önümüze konan seçenek galiba tek ve tek cümleyle özetlenebilir:
Oyunu hırsızı, yolsuzu, rüşvetçisi az olana ver!..
Hayır, ben seçmen olarak bu rezilliği, bu tuzağı hak etmedim.
Oyumu kazanma şansı olmasa bile yine bir sosyalist adaya vereceğim.
Hiç olmazsa orada hırsız az değil, çok değil, yok !..