Ağır bir sakatlık geçirip, bir ay
boyunca değil maça çıkmak, antremanlara bile çıkmayan ve şimdi
yine ilk onbirde yer alan futbolcu gibiyim.
O futbolcu ne yapar?
Top ayağına gelince, topu sürmekten,
önüne gelene çalım atmayı denemekten, kaleyi gördüğü anda
abanmaktansa topu en yakınındaki takım arkadaşına aktarır ve
yine boş bir alana kaçar.
İkili mücadelelerden mümkün olduğu
kadar kaçınır. Topu ayağında tutmaz; rakip savunmanın
biriktiği alanlardan uzak durur. İyi kötü 90 dakikayı tamam
edince futbol allâmeleri onun için “Geçirdiği sakatlığın
etkisi ürkek oynamasına yol açtı. Birebir mücadelelere girmemeye
çalıştı” filan diye yazarlar ve hoş görürler.
Ama gazetede yazıyorsan bu şansın
var mı ?
Birebir kapışmaları göze almadan
yazılabilir mi ?
Keşki futbolcu olsaymışım...
* * *
Bir ay boyunca izleyemediğim
tartışmaları, konuları ele alamam, çünkü gazeteleri üstünkörü
okudum, televizyonu ise hemen hemen hiç seyretmedim.
Anayasa değişikliği ise hâlâ
komisyonda tartışılmakta. Yani o çetrefil ve önemli konuya
girmek için önüm(üz)de epey zaman var.
Yargının tepeleri ile Hükümet
arasındaki siyasal tartışma (yoksa “kapışma” mı
demeliydim?) olanca hızıyla sürmekte ve besbelli daha epey
sürecek...
Öyleyse hepsini bir yana bırakıp
Genel Kurmay Başkanının son demecini tırmıklamakta hiç bir
sakınca yok...
Hayır hayır, o uzun demeci
didiklemeye filan niyetim yok. Başbuğ”un sadece bir cümlesi, tek
bir cümlesi dünden beri kafamın içinde dönüp duruyor.
Hatırlayacaksınız, önceki gün
General Fevzi Çakmak’ın ölümünün 60 yılı dolayısıyla
düzenlenen panelden sonra gazetecilerle konuşan Genel Kurmay
Başkanı çeşitli konulara değindi ve konuşmasının bir yerinde
aynen şöyle dedi: ''Türk Silahlı Kuvvetlerinde, moral,
disiplin değerlerini, birlik ve bütünlüğünü kimse bozamaz.''
Televizyonlar o uzun konuşmadan sadece
bu cümleyi öne çıkardılar; gazeteler de öyle. T24’ün açılış
sayfasında da Başbuğ’un bu cümlesi öne çıkarıldı...
İlk bakışta sıradan bir cümle. Ama
ilk bakışta...
Gelin didikleyelim.
Disiplin değerleri: Doğru.
TSK’nın sağlam bir disiplin geleneği var. 27 Mayıs’ta bu
disiplin derin bir yara almıştı ama izleyen yıllarda patlak
veren kargaşadan TSK dersler çıkardı ve daha sonraki darbeleri
(12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat) “emir ve komuta zincirini bozmadan”
yapmaya özen gösterdi.
Hem zaten ülkesini seven, aklı
başında hiç kimse o ülkenin ordusunun disiplin değerlerinin
altüst olmasını istemez. Bunun bedelini ülke çok ağır öder.
Birlik ve bütünlük: Bu da
doğru. Birlik ve bütünlüğü bozulmuş bir ordu zorba bir güce
dönüşür ve bunun bedelini sadece ordu değil bütün yurttaşlar
öder. Zaten TSK’da her zaman “Kol kırılır yen içinde kalır”
ilkesine sadık kalındı; birlik ve beraberlik en kritik dönemlerde
bile özenle korundu...
Ne kaldı?
Moral değerler !
Bu sözcüğü ister günlük
kullanımdaki “zorluklara dayanma gücü, güveni” olarak alın,
ister kökenindeki anlamıyla “ahlâk, ahlâka ilişkin”
olarak kavrayın; General Başbuğ hangi anlamıyla kullanmış
olursa olsun itirazım var.
TSK’nın moral değerleri,
gerek 12 Mart ve 12 Eylül darbelerini izleyen günlerde, aylarda,
yıllarda çok ağır ve derin yaralar aldı ve bu yaralar
“dışarıdan” değil “içeriden” açıldı.
Diyarbakır ve Mamak askeri
hapishanelerinde olup bitenler, o tanımlanması olanaksız vahşet
ve zulmün tanıkları halen yaşıyor. 18 yaşından küçük Erdal
Eren’in önce yaşını büyütüp sonra asan zihniyet hâlâ
belleklerde canlı ve bu suçların sahiplerini TSK bu güne kadar
lanetlemedi; TSK vicdanında mahkum etmedi...
Çok mu gerilere gittim?
Peki, yakın yıllara dönelim.
Albay Çiçek’in “ıslak imza”
tartışmasında, TSK “Bu bir kağıt parçasıdır” diyerek
iddiayı reddetti; Albayına sahip çıktı. Ama Jandarma Kriminal
Dairesi (AKP etkisindeki Adli Tıp değil, TSK içindeki Jandarma
Kriminal Dairesi) ıslak imzanın Dursun Çiçek’e ait olduğunu
saptadı ve açıkladı.
Balyoz Darbe Planı ile ilgili olarak
TSK “Hücüma kalkarken Allah Allah diyen ordu cami bombalatır mı?
Bu iddiaların sahiplerini lanetliyorum” dedi. Ama planın mimarı
General Doğan, seminerin açış konuşmasında aleni darbe çağrısı
yapan konuşmanın kendisine ait olduğunu resmen kabul etti.
Ardından TSK’nın görevlendirdiği bir asker (sivil değil asker)
bilirkişi raporunu yazdı ve 1. Ordu Karargahında düzenlenen
seminerde Genelkurmay’ın bilgisi dışında darbe planları
yapıldığını resmen belirtti.
7 Erin şehit düştüğü mayın
patlamasının hemen ardından TSK, “Kuzey Irak’tan sızan
teröristlerin yerleştirdiği mayınlar” diye resmi açıklama
yaptı ve bir kaç gün önce bu mayınların TSK malı olduğu, TSK
birlikleri tarafından döşendiği, yani o günlerde resmen yalan
söylendiği açığa çıktı...
Daha sayayım mı ?
* * *
Bunlar TSK’nın moral değerlerini
tamiri olanaksız ölçüde yaralayan, bozan olgular ve hepsi de
resmen doğrulandı.
Bunlara tanık olan bir ordunun genç
teğmeninin de, emekliliği yaklaşmış generalinin de morali
bozulur. “Halkımıza yalan söylemek, onu kandırmak, gerçeği
halkımızdan saklamak bize yakışır mı” diye sorarlar...
Başbuğ haklı. TSK’nın moral
değerlerini kimse bozamaz.
Ama TSK’nın kendisi
bozabilir.
Bozdu da...