Gitgide yaygınlaşan bir Tayyip Erdoğan çözümlemesi (=Analizi) var. Deniyor ki Erdoğan “cin gibi bir zekaya” sahip ve gündemi kendi belirleyip, muhalefetin, gazetecilerin, kamuoyunun o gündemle bir süre oyalanmasını sağlıyor. Ardından cin gibi zekasından fışkıran yeni bir numara ile yeni bir gündem yaratıyor ve yine herkes bu defa da o gündemin ardına takılıyor. Bu arada da o bildiğini okuyor; kafasına koyduklarını gerçekleştiriyor.
Bu yargı, bu analiz doğru mu?
Sanmıyorum. En azından tartışılmaya, sorgulanmaya muhtaç…
Erdoğan sahiden de cin gibi bir zekaya sahip mi ?
Bilmiyorum.
Ama cin gibi bir zekanın eğer derinlemesine bir siyasal kültürle dünya ve ülkeyi doğru kavrayacak, çözümleyecek bir bilgi birikimi ile desteklenmedikçe sadece “cin gibi bir zeka”dan ibaret kaldığını biliyorum.
Bu ise şaşırtıcı bazı çıkışlara olanak tanır ama çoğu kez ötesini getiremez.
Hele o zeka bir de aşırı kibirle ve “Ben neymişim be” şişinmesiyle beslenmeye başlarsa argo deyimle “çuvallama” kaçınılmazlaşır.
Kanımca Erdoğan’ın nedense ve ne hikmetse “ustalık dönemim” diye nitelediği 2011 Haziran seçimlerinden bugüne geçen 17 ay boyunca, Erdoğan yapay gündemler yaratıp bizleri oradan oraya savurmuyor; tam tersine kendi yarattığı, sahiden de inandığı, doğruluğundan hiç kuşku duymadığı, yanlış bulanlara, itiraz edenlere fena halde öfkelendiği kendi gündem(ler)inin tutsağı olup oradan oraya savruluyor ve fena savruluyor…
Hangi birini sayalım?
Alın kürtaj konusunu. İyice abartıp “Kürtaj Uludere’dir” gibi sapla samanı birbirine karıştırdığı bir gündem maddesi ortaya attı.
Sonra ne oldu?
Hiçbir şey olmadı. Başbakan ateşli bir dille savunduğunu yalayıp yuttu ve kendi yarattığı gündemi düştü.
Çünkü ülkenin aklı başında aydınlarınca, hele hele kadınlarınca fena halde terslendi. TV’lerdeki tartışmalarda kürtajı savunmaya kalkışan “AKP gazetecileri”nin ve siyasetçilerinin yürekler acısı halleri hâlâ belleklerde taze…
Alın Ortadoğu liderliği serüvenini.
“Van minüt”le başlayan ve Mavi Marmara ile devam eden serüven, o sıralar “Arap baharı”nın coşkusunu yaşayan Araplarca alkışlandı; Arap sokağında Erdoğan posterleri ile gösteriler yapıldı. Erdoğan o alkışların “Ortadoğu’nun yeni ve Sünni lideri” olmaya yeteceğini sandı ve buna samimiyetle inandı. Ancak endazeyi kaçırınca, Arap halkının lider ülkesi olmayı epeydir veri kabul etmiş Mısır’da “Hoooop Osmanlı!.. Bize akıl öğretmeye kalkışma” diye terslendi.
Bugünlerde Gazze saldırısının acısını yaşayan Mısır’da alkışlandıysa hitabetin tümünü koyu bir Israil düşmanlığı üstüne kurmasına borçlu. Koyu ama içi boş konuşmada “Israil’den hesap sorulacağını” söyledi ama yapıp yapabileceği Obama’ya telefon edip, “Yav Obama kardeş, şu senin Israil’e bir şeyler söyle” diye rica etmekten ibaret ve Obama o ricayı kulak ardı edecek.
Alın idam cezasının yeniden konması önerisini.
Erdoğan yasada idam cezasının bulunması gereğine samimiyetle inanıyor. “Kısasa kısas” diyen şeriat hukukunun ötesine geçememiş hukuk kültürü ile idamı getirebileceğini umdu. Ama kamuoyunda vicdanı kararmamış, çağdaş hukukun ilkelerini benimsemiş, idamı “devlet cinayeti” olarak mahkum etmiş kesim ayağa kalktı. Ardından milliyetçilik yarışında geri kalmamak için elini ve ağzını çabuk tutan Devlet Bahçeli “Getir Meclis’e destekleyeceğim” deyince haftalardır tutsağı olup savuna geldiği idam cezası gündemini yalayıp yutmak zorunda kaldı.
Alın Kürt sorununu.
Kürtçe televizyon kanalı, Kürt illerine TOKİ ağırlıklı yatırımlar, “Tek millet, tek dil” derken dili sürçmüşçesine “Tek din” deyivererek Şafii mezhebine sımsıkı bağlı Kürtlere bir selam yollama, “açılım” adı altında dipsiz, sonsuz, ilkesiz birkaç siyasal manevranın Kürt sorununu çözmeye yeteceğini sandı. Gündemi bu mantık üstüne kurdu ve Kürt siyasal hareketinden cevabını aldı.
Aldığı cevap kendisini sorgulamaya yaramadı. Bu kez "Madem öyle, ben de bu işi silahla çözerim" çıkmaz sokağına daldı. Kürtlerin siyasal hedefli ve hızla kitleselleşmeye başlayan açlık grevleri ile karşılaşınca idam ipini sallayacak kadar ipin ucunu kaçırdı. Tehdit etti, alay etti, "blöf, şantaj, şov" demagojisine sarıldı. Ama açlık grevcilerine tek bir geri adım attıramadı. Şimdi "İmralı"nın tek bir cümlesinin grevleri bıçak gibi bitirdiğini görüyor ve...
Ve çaresiz sus pus olmayı seçiyor...
Yalınkat bir siyaset ve demokrasi kültürü, yarı buçuk sınırını geçemeyen bilgi birikimi ile gündem yaratmaya kalkışmanın kaçınılmaz sonuçları bunlar. Böyleleri içtenlikle inandıklarını uygulamaya sokmak üzere gündeme taşımaya kalkarlarsa o gündemin tutsağı olmaktan kurtulamazlar…
“Peki Taksim Meydanı, Çamlıca Tepesi'ne dev boyutlu cami, kentsel dönüşüm gibi gündem maddeleri ne oluyor” diye haklı bir soru ve itiraz gelebilir.
O konularda elimiz kolumuz bağlı. Çünkü “mütedeyyin” partiden “müteahhit” partiye terfi etmiş AKP bunları gündeme filan taşımıyor; tartışmaya ihtiyaç bile duymuyor. Doğrudan uygulamaya sokuyor.
AKP’nin asıl ürkmemiz gereken yanı da galiba bu…