12 Nisan 2009

Karides ızgara ve tanga

Yaşasın! Güney Amerika'ya gidiyorum...

Bu bir "gezi yazıları" dizisi. Her Pazar bu köşede bulacaksınız. Her bir yazı kendi içinde bir bütün. Ama toplamı bir gazetecinin Arjantin'den Bağdat çöllerine, Kudüs'ten Balkanlar'a, Batı Avrupa'nın ırmak boylarından, Sava ile Tuna'nın buluştuğu topraklara, Baltık kıyılarından, Afganistan'a uzanan gezilerinin dizisi.
Gazetecilik mesleğinde gezi notlarını "yerinde" yazmanın tadı başkadır. Gerçi çoğu kez saata ve saat farklarına karşı yarıştığınızdan yazılarınızı bir kez daha elden geçiremezsiniz; düşük cümleler, dizgi yanlışları birbirini kovalar; ama yazdıklarınızın içtenliği, tazeliği bir okuyucu imişsiniz gibi sizi kıvandırır.
Okuyacağınız gezi yazılarının tümündeki - varsa- düşük cümleleri, anlatım kusurlarını düzeltmeden, gazeteye geçtiğim gibi bıraktım. Hepsi o zamanlar çalıştığım Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlandı. Oldum bittim "yerinden" yazılıp sıcağı sıcağına gazeteye geçilen yazıların pek keyifli yazı serüvenleri olduğuna inanırım.
Şimdi tutun elimden birlikte gezelim…

* * *
Yaşasın!
Güney Amerika'ya gidiyorum. Ülkeler göreceğim: Arjantin, Şili, Brezilya ve kentleri gezeceğim: Buenos Aires, Santiago de Chile, Brazil, Rio de Janeiro, Sao Paulo...
Şunca yıllık yaşamımda ilk kez Demirel'in yanında saf tutuyorum. Kimi gazeteciler, politikacılar onbeş gün sürecek Güney Amerika gezisini zamansız ve gereksiz buluyorlar. Bense tam tersini düşünüyorum. Cumhurbaşkanının yanında bir gazeteci ve işadamı ordusu ile gitmesini de son derece uygun ve yararlı bulmaktayım. Sadece böyle bir gezi için onbeş günün epey kısa olduğu kanısındayım. Demirel'e muhalefetim bundan ibaret.
Cumhurbaşkanına güney Amerika gezisinde eşlik edecek gazetecilerin - ben hariç - hepsi "Ankara gazetecisi". Yani Ankara'nın yolunu yordamını, törenini, törenselliğini, protokolünü biliyorlar. O yüzden benim önce şaşkınlık, sonra sıkıntıyla izlediğim Esenboğa Hava Limanı'ndaki uğurlama törenini hiç yadırgamadılar.
Serin bir nisan sabahı, Esenboğa'nın devlet protokolüne ayrılan kocaman bir salonunda buluşuldu. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin hazırlattığı kitapçıklar dağıtıldı. Böylece "Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Hanımefendi"nin gezi programını dakikası dakikasına öğrendik. Saat kaçta, hangi kente inilecek; havaalanından kente giderken kim konvoyun kaç numaralı arabasına binecek; hangi otelde kalınacak ve otelde hangi odada kalınacak, resmi yemek ve "receptionlar"a kimler katılacak ve kimler katılmayacak...
Hiç bir resmi yemeğe ve resepsiyona katılmayacağımı tesbit ettim ve pek sevindim. Demek, istediğim gibi kaytarabileceğim ve kentleri kendi bildiğimce dolaşabileceğim...
Uçağa önce gazeteciler ve işadamları alındı. Sonra bakanlar, generaller, diplomatlar, vali, belediye başkanı, yüksek bürokratlar aprona sıralandılar. Tek tek eller sıkıldı. Ardından tören üniformalarını giymiş bir askeri birlik flamaları, boruları ile yerini aldı. "Merhaba asker - Sağol - Nasılsınız - Sağol - Siz de sağolun" oyunu oynandı ve Cumhurbaşkanı ile eşi de uçağa bindiler.
Uçak hareket etti.
Yaşasın !
Güney Amerika'ya gidiyorum.
Pablo Neruda'nın, Salvatore Allende'nin, Arismendi'nin, kent gerillalarının, pampanın, tanganın ve tangonun anayurduna...
Tanga’ya özgürlük!
İlk durak şu ünlü Kanarya Adaları.
Ankara'dan öğle vakti kalkan dev uçak, Akdeniz'i boydan boya aşıp, Fas göklerinde, görkemli Atlas Dağlarını yukarılardan selamlayıp Grand Canaria üstüne geldiğinde, akşama bir kaç saat kalmıştı. İspanya'nın dokuz adadan oluşan bu özerk eyaletinin başkenti Las Palmas da bu adada. Adı bile bir tatil cennetini çağrıştıran Büyük Kanarya Adası altımızda göründüğünde, uçakta kimileri "Yanlış adaya geldik galiba" diye söylendiler. Gerçekten de altımızda uzanan adanın kuzeyi ve doğusu ağaçsız, hatta otsuz ve dümdüz bir toprak parçası ve gözalabildiğine sera. Neredeyse her tarafa sera örtüsü ile tesettür uygulanmış, arada da bir parça toprak, açıkta kalmış gibi.
Otobüsle havaalanından kente, Las Palmas'a yol alırken de coğrafyada pek değişiklik olmadı. Biraz daha engebe. Hepsi o kadar. Ne ağaç, ne ot. Lav kalıntıları adaya damgasını vurmuş. Dağlık yörelerde kapkara, iç karartacak kadar kara kayalar ve deniz kıyısında gözalabildiğine uzanan kapkara kumsallar. Kararmamış kimi kumsallar ise olsa olsa çavdar ekmeği esmerliğinde.
Sonra Las Palmas. Bir zamanlar şiir yüklü bir balıkçı kasabasıymış. Şimdi güneşe hasret Orta ve Kuzey Avrupalı'ya bol bol güneş, neredeyse dört mevsim mayo ile dolaşabilme olanağı ve temiz bir deniz sunuyor. Kentin tam ortasında (İstanbul'da Eminönü Meydanı'nı, Beşiktaş'ı filan düşünün) korkusuzca denize girilebiliyor ve Nisan'ın ilk günü, her tarafı plaja kesmiş Las Palmas'da bütün kıyı şeridi cıvıl cıvıl.
Bir kaç Afrika el sanatı satan dükkanı ve yerel mutfak ürünlerini sunan lokantayı saymazsanız, kendinizi Münih, Amsterdam, Stockholm'de sanabilirsiniz. Sosis, bira (bira çok güzeldi ve sertti), kızarmış patates, şnitzel. Afrika kıyılarında olduğunuzu kividen kavuna, börülceden mangoya, karpuzdan sivri biber, domatese uzanan meyve ve sebze tabaklarıyla anlıyorsunuz.
Bir de uzun, ince bacaklı, ırklarının tüm güzelliklerini -handiyse kibirle- sergileyen zenci ve melez kızlarla...
Brezilya'da -umarız- sahicisini görürüz ama tanga denen kumaş parçası... Yok, hayır kumaş şeridi mayolarla da burada tanıştık. Sonuç: Güzel ve genç kızlarda tanga'ya özgürlük ! Onun dışındaki herkese sert bir yasak ! (İcabında kırbaç cezası filan)...
Bütün bu hoşluklara karşın Kanarya Adaları'na neden tatil cenneti dendiğini anlayamadık. Zaten saat de sabaha yaklaşıyordu. Bir kaç saatlığına uyuduk. Sabahleyin de "Ver elini Güney Amerika" deyip yeniden havalandık.
Kanarya Adaları 17 saatlik zorlu bir uçak yolculuğunu kısmen rahatlatan bir ara duraktan ibaretti. Ha bir de tadı buruk ve reçine kokulu enfes bir beyaz şarapla, domates, acı kırmızı biber soslu ızgara karidesti!..

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"