15 Temmuz 2010

İznimin Son Günü Islandı...

Eğer ordunun tepelerinde böylesine bir itiş kakış patlak vermişse, böylesine farklı türküler çığıranlar ortalığa dökülmüşse ben korkarım.

İznimin son günü. Tepe tepe, son saniyesine kadar kullanmak istediğim bir gün...
İdi.
Gazetelere (T24 buna dahil) yarım değil çeyrek göz atarak geçirilmiş ve televizyonun önünden bile geçilmemiş dokuz harikulade günün ardından masanın üstündeki gazeteye gözüm takılıverdi: 
Genelkurmay Askeri Savcılığı İrtica ile Mücadele Planını Albay Dursun Çiçek’in hazırladığını iddia etti. İlk duruşma 20 Temmuz’da !..
Haydaaaa...
Ya da: Anneeeee !..
Bu iddia bilmem kaçıncı alayın askeri savcılığının değil Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın; bu iddianameyi kabul edip, yani ciddi bulup yargılamaya başlayacak olan bilmem kaçıncı taburun askeri mahkemesi değil Genelkurmay Askeri Mahkemesi...
Yani benim iznin son günü “ıslak imza”ya kurban gitti...
*    *    *
Neresinden başlasam?..
“Kağıt parçası” dendi, askeri savcılığın (Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın) dilinde “yazı”lığa terfi etti; suçun kanıtı oldu...
Düzmece bir belge olduğu söylendi, Genelkurmay Askeri Savcılığı belgenin gerçek olduğu kanısına vardı.
“Darbe planlayan cunta munta yok” dendi; Genelkurmay Askeri Savcılığı ihbar mektubunu yazanın “Cunta içinde yer alan bir Psikolojik Harekât subayı” olduğunu söylemekte...
*    *    *
Kime yansam?
Koskoca Genelkurmay Başkanı’na mı?
Bıyık altı gülüşlerle, imza makinası gösterileriyle ‘İrtica ile Mücadele Planı’nın olmadığını bizlere ciddi ciddi anlatan ekran yiğitlerine mi?
Peynir ekmek gibi harcanmışa benzeyen garibim Deniz Albayı Çiçek’e mi ?
“Babam komutanlarına her zaman itaat eden biriydi” diyerek “tek suçlu”nun Dursun Çiçek olmadığını ürkek bir dille söylemeye çalışan Çiçek’in avukat kızına mı?
*    *    *
Görüyorsunuz şaşkınım.
Hayır, izin dönüşü hamlığından değil, korkudan...
Eğer ordunun tepelerinde böylesine bir itiş kakış patlak vermişse, böylesine farklı türküler çığıranlar ortalığa dökülmüşse ben korkarım.
22 Şubat 1962’nin, 21 Mayıs 1963’ün, 12 Mart 1971’in, 12 Eylül 1980’in, hatta 28 Şubat 1997’nin öngünlerini hatırlarım ve...
Ve korkarım...
Üstelik önümüz 30 Ağustos. Yüksek Askeri Şura toplanacak. Kim general, kim dört yıldızlı general, kim ordu komutanı, kim emekli olacak kararlarının verileceği güne çok az kaldı...
*    *    *
Daha yerim var. 100 – 150 kelime daha yazabilirim.
Ama Genelkurmay Başkanı’nın dediği gibi “Sözün bittiği yerdeyiz”.
Eğer Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın iddianamesi sahiden ciddiyse...
Eğer Genelkurmay Askeri Mahkemesi iddianameyi ciddi bulup kabul ederken “boş bulunmamışsa”...
Ergenekon süreci yepyeni bir aşamaya ulaştı demektir...
Olup bitenler “TSK’yı aklamak, temizlenmiş göstermek için Albay Çiçek’i harcadılar” gibisinden sığ ve fazla yalın bir analize indirgenemez...
Bence bir şeyler oluyor.
“Ne oluyor peki” filan diye sormayın... Bilmiyorum.
Hele Ankara’daki kulağı delik ve kulağı kesik meslektaşlarla birkaç, hatta bir çok telefon danışması yapayım; kulağıma bazı fısıltılar ulaşırsa sizlere de aktarırım.
Söz !

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"