Bu yazının tam da zamanıdır. Epeydir niyetliydim ama bugünkü kadar cuk oturmayacaktı.
Tartışmanın fitilini Diyarbakır Büyükşehir Eşbaşkanı Gültan Kışanak ateşledi. Başta petrol olmak üzere, bölgede üretilen bütün enerjilerden yerel yönetimlere pay verilmesini istedi.
Ankara anında kükredi: Vermem!..
Tartışma birden alevlendi. Uzmanlar, BDP’li, AKP’li siyasetçiler “Verilir – verilmez” tartışmasına daldılar. Tartışmacılar arasında sinsi bir gülücük eşliğinde işi, “İyi hasaplasınlar; bakalım, Diyarbakır bundan kârlı mı çıkar, zararlı mı” sorusuna vardıranlar bile çıktı.
Kâr? Zarar? (Sakin ol Aydın Engin. Sakin ol, ağzını bozma…)
Ve böylece önümüzdeki döneme damgasını vuracak, hatta “Cumhurbaşkanı kim olacak totosu”nu bile gölgede bırakabilecek önemde bir tartışma başladı:
Demokratik özerklik!..
Madem başladı, haydi tartışalım…
* * *
Kürtler kendilerince demokratik özerkliğe giden bir yol haritası çizdiler.
O yüzden tartışmaya Diyarbakır’dan başlamayalım.
İzmir’den başlayalım.
Safkan bir Ege’liyim. Küçük Menderes’in doğduğu topraklarda, Ödemiş’te büyüdüm. Çocukluğum İzmir –Ödemiş arasında mekik dokuyarak geçti.
Ama İzmir’i seçmem böyle duygusal nedenlerden değil. Demokratik özerklik İzmir’e pek yakışır da ondan; demokratik özerklik bayrağını yükseltmek en çok İzmir’e yakışır da ondan.
Bin (kaç bin?) yıllık Asya devlet geleneğine bayrak kaldırmaktan söz ediyorum. Kahhar (=kahredici) ve kerim (=esirgeyici, koruyucu) devlet’e “Artık yeter” demek, pek çok kez Osmanlı İstanbul’una, Cumhuriyet Ankara’sına “dur” demeyi başarmış olan İzmir’e yakışır…
Ankara’ya dönsün ve seslensin:
“Ey Ankara, bundan böyle İzmir’e, hem de büyükkent olmanın sorumluluğuyla sadece İzmir’in içine değil, ilçelerine de yapılacak ve yapılmayacak olanlara ben karar vereyim.
Sonracığıma, İzmir’de tarım, turizm ve sanayi üretiminden, liman ve ihracat gelirlerine kadar, hasılı ekonominin her alanından alınacak vergileri ben toplayayım. Gelirleri İzmir’in ihtiyaçları için kullanayım.
Dur hemen korkma. Seni yok sayacak değilim. Çünkü enayi değilim. Vergi gelirlerinden bir bölümün sana aktaracağım. Ülke güvenliğini sağlamak, ülkenin dış ilişkilerini yürütmek, ülke ekonomisinin makro ölçekte yönetilmesi için gereken kaynağın benim payıma düşenini hiç cimrilik yapmadan sana aktaracağım.
Haaa, unutmadan… Sana aktaracağım “devlet payı”nın içinde ülkenin geri kalmış, doğası çorak, üretimi düşük, yoksul bırakılmış bölgeleri için de okkalı bir pay olacak. Öyle ya ben bu ülkenin varsıl bir bölgesinin en varsıl anakentiyim. Öyle içime kapanıp "Ötesinden bana ne” diyecek değilim. Ama bu payı sakın Ankara’da tüketme. İhtiyacı olan bölgelere mutlaka yolla. Seni denetleyeceğim. Gözüm hep üstünde olacak ey Ankara…
Bitmedi… Polis filan da bana bağlı olsun. Bakarsın ‘Bu kentin insanları barışçıldır, keyiflerine düşkündür. Bilmem kaç bin polise, bilmem kaç yüz Toma aracına, bilmem kaç ton biber gazına filan ihtiyacı yoktur. Onun yerine okulları, hastaneleri, ulaşımı, çevreyi koruyacak önlemleri filan geliştirim’ derim.
Hem sen masraftan kurtulursun, hem ben polis, jandarma orduları beslemek gibi bir yükün altına girmem. Ne kadar gerekiyorsa o kadar.
Ve bütün bunlara ben karar vereyim.
Kentin, kasabanın gereklerini, mesela imar planlarını taaa Ankara’lardan belirlemek gibi bir saçmalığa son verme zamanı geldi de geçiyor bile.
Bunları kendi oylarımla belirleyeceğim görevliler (yöneticiler değil görevliler) eliyle yürüteceğim ve demokratik özerkliğin bu “olmazsa olmazı”nda ısrar edeceğim:
Yani geri çağırma hakkı’nda.
Öyle ya adamı ya da kadını seçmişim, ama işini iyi yapamıyor; kentin, kasabanın, köyün, mahallenin, sokağın kadın ve erkeklerinin görüşünü, rızasını almadan kendi kafasına göre işler yapmaya kalkıyor. Öyle dört yıl bekleyecek kadar ahmak mıyım ben? Geri çağırma hakkımı kullanacağım. Beceremeyenler anında gidecek, becerebileceğine inandıklarım, güvendiklerim gelecek.
Ne iyi değil mi?
Ey Ankara, demokratik özerklik denen işte bu.
Gel gönül rızası ile kabul et ve yasal düzenlemeleri gecikmeden yap ki itiş kakış olmadan demokrasiyi göstermelik olmaktan kurtarmakta senin de tuzun olsun…
Yoksa…
* * *
İzmir’in Ankara’ya dönüp söyleyecekleri üç aşağı beş yukarı bu kadar.
İzmir bunu der mi?
Ne bileyim?
Ama dönün yazının başlığına. Ne denmiş:
İzmir demokratik özerklik istediğinde…
Evet o gün geldiğinde Türkiye’de demokrasi ve özgürlük çiçekleri açacak ve en önemlisi olabildiğince küçülmüş bir devlet ve olabildiğince büyümüş cumhuriyet yurttaşları olacağız...
Haydi İzmir!..
Ege ağzıyla söyleyeyim:
- Hadi bi gıpraş gari!..