Başlık, “İçinde Siyaset Olmayan Yazı” da olabilirdi. Ama “rapor” daha doğru oldu galiba. Madem tatile çıkarken usta öğüdüne uyup okurdan izin aldık, okura iznin raporunu da vermek gerek.
Buyrun.
Bilen bilir; günlük yazanların bir iç saati vardır. Lanet olası bir saattir. İki elin kanda olsa, hasta olsan, keyifsiz ya da çok keyifli de olsan vakti gelince hiç aksamadan çalar:
- Yazı saati geldi, hatta geçiyor... Haydi bakalım...
Kaç tembellik anını berbat etmiş; kaç keyifli bir rakı masasının canına okumuştur o saat.
Zaman gelince çalmaya başlar ve yazı bitip gazeteye yollanana kadar da susmaz. Duymamaya, umursamamaya çalışırsınız. Nafiledir. Suçluluk duygusu eşliğinde ha bire dürtükler sizi...
İznin ilk dört günü “iç saat”le boğuşarak geçti. Her defasında ona “Kapa çeneni, izindeyim” demek zorunda kaldım. Yani iki haftalık iznin bir çeyreği böyle geçti...
Tamam, izin mazeretine yaslanıp Oya Baydar’ın “Bak bak neler olmuş...” dürtüklemelerini duymazdan gelip televizyonda haber filan seyretmedim.
Ama okey masasında başka konu kalmamış gibi “Yav şu Tayyip’in söylediği lafa bak” yollu merak gıdıklayıcı cümlecikleri de duymazdan gelemezsin ki...
Dahası, yıllardan beri ilk kez bir CHP Kurultayı izlememenin tanımlanması güç keyfini bile sürmeye bırakmadılar. Kimi “Nur Serter Parti Meclisine giriyor mu” diye sordu; kimi “Gürsel Tekin iade-i itibar mı ediyor” diye. “Valla size şu anda cevap veremem, okeye dönüyorum da...” diyemedim tabii. Onun yerine “Tellaklar değişirse değil, hamam değişirse konuşalım bunları” diye çok bilgece(!) bir cevapla geçiştirdim.
Bitmedi. Şu Suriye’de düşen, kimin, neden ve nasıl düşürdüğünü –galiba- bilmesi gereken herkesin bilip yine de gözlerimizin içine baka baka çocuk kandırırcasına sade suyla tirit açıklamaları ısıtıp ısıtıp önümüze sürenler yüzünden konu kıyıdaki kahvelere kadar indi.
“Engin bey sen gazetecisin bilirsin, bizim sınıra yakın uçan bir Suriye jetini indirsek fit olmaz mıyız” diye dış politika uzmanlığına soyunan balıkçılar mı istersiniz; Bandırma havaüssünden kalkıp Marmara üstünde denizi yalayarak eğitim uçuşu yapan bizim jetleri görünce “Bunlar şimdi de gidip Yunan hava sahasını ihlal ederler, Yunanlılar da düşürürlerse kıyamet kopar dti mi” diye akıl yürütenler mi istersiniz... Traktör kullanmaktan öte marifeti olmayan biri daha da ileri gitti. Önce “Televizyonda baktım. Suriye’ye doğru gidip keskin viraj almış bizim jet. Bence keskin virajı alamadı. Direksiyon hakimiyetini kaybetti, denize çarptı” diye bilirkişilik yaptı; sonra da onaylatmak için “Haksız mıyım Aydın abi” diye ekledi...
Yani kafayı boşaltayım, yorgunluğumu atayım, denizin, koruk suyunun, adaçayının, tadını çıkarayım, yakın arkadaşım hırsız saksağanla oynaşayım hesabıyla izne çıktım ve...
Ve görüyorsunuz...
Şimdi ben izin mi yapmış oldum yani?
N’apalım, kader utansın. Günlük yazı yazan gazetecinin izni de böyle oluyor işte...
İzin raporumu bilgilerinize sunarım.
Bir yıl sonrasına kadar yine kürkçü dükkanındayım.
Hoşbulduk...
* * *
Tabii bardağın tümü boş değildi.
Öteki yarısı ise doluydu.
İzin boyunca bol bol müzik dinledim. İyi oldu. Arındım.
Ayrıca Youtube denen mucizeyi keşfettim.
“Bu da nereden çıktı” demeyin. Bir yerden dönenlere “Yediğin içtiğin senin olsun, görüp duyduklarını anlat” derler.
Benden size çam sakızı çoban armağanı. Aşağıdaki linki tıklayın. Ama önce bilgisayarınızın ses düzeneğini sonuna kadar açın. Mümkünse ve becerebiliyorsanız bas sesleri yükseltin, tiz sesleri azaltın.
Şimdi tıklayın. Dinleyin, seyredin ve dünyaya umutla bakın.
Som Sabadell flashmob