Herhangi birinden başlayabiliriz. En tazesinden başlayalım.
Olup biteni internet medyasından (Tempo24 demek istedim) izliyorsanız dün okudunuz; yok kağıt gazeteleri bekliyorsanız bu sabah okudunuz.
Emekli Orgeneral Hurşit Tolon’un son bir kaç hafta içinde yaptığı anlaşılan bir telefon görüşmesinin ses bandı “internete düştü”.
Evet, haber hemen bütün medya kanallarında bu cümleyle sunuldu: “Tolon Paşa’nın da ses kaydı internete düştü”.
Bu sunum cümlesinde bir tuhaflık yok mu sizce? Tamam gazetecilik jargonunda “Haber ekrana düştü” ya da “Haber ajanslara düştü” deyimleri kullanılır. Ama bu haberin kullanılabilir hale geldiğini anlatır. Oysa “internete düştü” denince sanki “Kötü yola düştü” ya da “Bara düştü” ya da “Geneleve düştü” gibi bir tını, bir ima var.
Bunda, henüz çocukluk hastalıkları ile boğuşan internet medyasını, habere en çabuk ulaşmanın zengin olanakları olarak kavrayan sorumlu gazetecilerin yanısıra var olan, kendini, kimliğini internetin derinliklerine kolayca saklayıp interneti bir silah olarak kullanan sorumsuzların, ahlâksızların payı büyük.
Teknolojinin sunduğu olanak ve fırsatları kirli, en azından ahlak dışı amaçlar için kullananlar var ve internet medyası güvenilirliğini, sağlığını ancak bu tür kanalları aşarak, onları etkisizleştirerek sağlayacak; geleceğini böyle kuracak. Kurmak zorunda.
Ben emekli general Tolon ve benzerlerinin de içinde yer aldığı ve demokrasiyi rafa kaldırıp, darbe yapıp bu ülkenin yönetim dizginlerini ele almak isteyenlere de, darbe ortamını yaratmak üzere işe koşulan çeteleşmiş, mafyalaşmış, eline kan bulaşmış “karanlığın adamlarına” da ama’sız, fakat’sız, lakin’siz karşıyım.
Ama onların hukuk dışı yol ve yöntemlerle suçlu gösterilmelerine aynı kararlılık ve netlikle karşıyım.
Hukukun (kanunların değil hukukun) evrensel ilkelerinden, amaç ne olursa olsun ödün verilmesi, “biraz gebe olmak”tan farklı değildir ve eninde sonunda gebeler doğurur; hukuku çiğneyenler de sonuçta orman kanunun hüküm sürdüğü bir vahşi düzene hizmet etmiş olur. Biliyorum, emekli general Tolon’un “internete düşen” sözleri, huhuktan, adaletten zerrece nasiplenmemiş, kendini –nedense- bu ülkenin sahibi, hakimi gören bir despotun kafa yapısını neredeyse birebir yansıtıyor.
Örneğin Ergenekon çeteleşmesine bulaştıkları iddiası ile gözaltına alınan teğmenler, emekli generalin pek ağırına gitmiş. Telefonda aynen şöyle konuşuyor:
“...Yani savcılıkta Genelkurmay buraya telefon ediyor. Bir dakika kardeşim, Genelkurmay'a gideceksiniz. Ben seni muhatap alamam. Mesela savcı yazı yazmış, ne savcısı, kim oluyor lan. Sen kimsin lan bana yazıyorsun? Doğru oraya. İşte ahhh, orası ah orası, orası yazacak. Ah orası yazacak ah. Bana yazacaksın kardeşim diyecek. Benim çocuğuma yazamazsın. Bana yazacaksın...”
Bu külhanbeyi ağızları, Cumhuriyetin savcısına “Sen kimsin lan” diyebilecek kadar küstahlık saçan sözler elbette utanç vericidir ve biz yurttaşlara “Aman Allahım, bir zamanlar 1. Ordu komutanlığına kimler oturmuş böyle” dedirtecek kadar ürkütücüdür.
Ama bunun böyle olması, yine de gizli dinleme denen ahlaksızlığı haklı kılmaz. Resmi yada gayriresmi, bir kişinin konuşmalarını, o kişi son derece zararlı düşüncelere sahip olsa ve bunları ifade etse ve bu sözlerin kanıt olarak kullanılmasıyla, ülkede bu zihniyetin tasfiye edilmesinin önü açılacak bile olsa gizlice dinleme bir suçtur ve cezalandırılmalıdır. Sadece yasalar tarafından değil, kamu vicdanında, yurttaş bilincinde de cezalandırılmalıdır.
Hiç kimse “Ama bu adamlar buna layık” filan gibi mazeretlerin ardına saklanmasın; özrü kabahatinden büyük konumlara savrulmasın.
Darbe yapmak, darbe yapmaya kalkışmak, bu amaçla çetelerin sırtını sıvazyayıp işe koşmak elbette suçtur. Ama özel yaşamın gizliliğini pervasızca çiğneyip, iradeleri ve bilgileri dışında insanları dinleyip, elde ettiği bilgileri ortaya saçmak da suçtur.
Sakın ola ki “Ama hangisi daha büyük suçtur” gibi bir soruyla yeni bir ayıp işlenmesin. Tabancayı çekip birini alnından vurup öldürmek suçtur; bıçağı çekip birinin kalbine saplayıp öldürmek de suçtur.
Peki, hangisi
daha büyük suçtur ?