Ne gündü ama...
Sabah, İstanbul’un kilitlenmiş trafiğini yenip Beşiktaş’a, eski DGM bugünkü özel yetkili mahkemelerin önüne ulaşıldı. Hrant Dink cinayetinin tetikçilerinin (sadece tetikçilerinin) yargılandığı davanın 23. duruşması var. “Hrant için adalet için” deyip her duruşmada Beşiktaş’ta Barbaros anıtının önünde bir araya gelenler, sayıları azalmadan (ama artmadan da) yine oradaydı. Küçük küçük kümelerde ayaküstü sohbetler; kederli gülümsemeler arasında sanki ağız birliği etmişcesine aynı benzetme: Sisyphos!..
Hani şu kayayı yuvarlayarak bir tepenin doruğuna çıkarmaya mâhkum mitologya kahramanı. Tepeye vardığında yeniden aşağıya yuvarlanan kayayı yılmadan, yakınmadan yine tepeye taşıyan yiğit.
Basın açıklaması okunuyor. Genç haberciler kameralarını çalıştırdılar, haber yazacaklar notlarını aldılar. Birazdan duruşma başlayacak. Sadece tetikçilerin yargılanacağı, üstelik baştetikçi Ogün Samast’ın çocuk sayılıp başka bir mahkemeye ve başka bir cezaevine (çocuk cezaevine) yollandığı duruşmayı izlemeyi içim kaldırmadı.
Bir kaç gazeteci bir arabaya atlayıp Çağlayan’daki yani Adliye Sarayı’nın yolunu tuttuk. (Adliye’nin niye “sarayı” olur kuzum? Kim hangi akla hizmet edip o AVM benzeri binayı böyle adlandırmıştır acep?)
O Adliye “Sarayı”nda bir başka utancın 2. duruşması başlayacak: Oda TV davası. Hem belki Nedim ile Ahmet’i görme fırsatı doğabilir.
Güneş var ama ısıtmıyor; ayaz ise yakıyor...
Duruşma salonu çoktan dolmuş. Sarı basın kartlarının havasını basıp girebilir miyiz? Gireriz herhalde. Ama o zaman habercilere yer kalmayabilir. Vazgeçtik. Kafeteryaya oturup sohbet kaynattık. Haberciler arada bir uğrayıp içerden bilgi aktarıyor. Duruşmada iddianame okunuyor. O yüzden duruşma kimlik tesbiti ile başlamış. Yalçın Küçük kendini “Dava mankeni”olarak tanıtmış. Doğan Yurdakul medeni halini “İçeri girmeden evmiydim, şimdi dulum” diye aktarmış. Bir kadın gazeteci “Mesleğiniz nedir” sorusunu “Otuz yıldır gazeteciydi ama iddianamede terörist yazıyor” deyince duruşma yargıcı “Estağfurullah” demiş.
Çok olağan bir günde, çok olağan bir ülkede, çok olağan bir duruşma izler gibiyiz. İçimden “Sanık ya da haberci olarak izlediğin bu kaçıncı gazeteci yargılaması” diye geçirdim.
Sonra o kaçınılmaz çağrışım: Sisyphos !..
Kafeterya üstüme üstüme gelmeye başladı. AVM benzeri “saray”ı terkettim; önündeki geniş alana çıktım. Orada ANGA (Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları) ile Gazeteciler Platformu basın açıklaması yapacaklar. Sabah Beşiktaş’ta, Barbaros anıtı önünde biraraya gelenlerin çoğu bu kez de Adliye Sarayı önünde.
Yıllardan 2011. Günlerden 26 Aralık. Beşiktaş’ta Hrant cinayetinin tetikçileri, sadece tetikçileri yargılanıyor. Burada Çağlayan’da gazeteciler yargılanıyor. Diyarbakır’da ilk KCK Davasının 100’e yakın sanığı yine yargıç karşısında.
İçimizden biri kara mizahın tadını çıkarıyor:
- Hanımlar, beyler, burası bitince, doğru havalimanına. Diyarbakır’daki KCK davasına yetişmeliyiz...
* * *
Sabahleyin bir kez daha “Hepimiz Hrant’ız” diye haykırmıştık. Şimdi burda “Hepimiz Ahmet’iz, hepimiz Nedim’iz” desek uyar mı?
Uyar.
Peki Diyarbakır’a gidip “Hepimiz Kürdüz”desek uyar mı?
Uyar...
Ama galiba en doğrusu “Hepimiz Sisyphos’uz” demek...
Haydi omuz verin, kayayı tepeye taşıyalım...