10 Aralık 2010

Hay’ın ve Huy’un Mimarları

Son günlerde polisten dayak yiyen öğrenciler; siyaset esnafına yumurta fırlatan öğrenciler...

Bunca hay huy arasında...
Harala gürele koşuşturuyorsun...
Haydan gelen huya gider, bilmiyor musun?..
Yukarıdaki anlamı olmayan cümleleri günlük dilde sık kullananlardanım. Hatta yazılara da bulaştırdığım çok olur.
Ama “Peki bu terimler nereden gelir, kaynağı nedir bunların” diye bu güne dek sormamıştım.
Son günlerde polisten dayak yiyen öğrenciler; siyaset esnafına yumurta fırlatan öğrenciler; WikiLeaks belgeleri; CHP kurultayı, Orhan Miroğlu’nun ölümle tehdit edilmesi; İmralı’dan gelen mesajların yarattığı bunaltıcı gündemin içinde harala gürele koşuştururken çarşamba akşamı bir mola verdim.
Galata rıhtımı boyunca uzanan eski antrepolardan bir sanat ve kültür mabedi yaratan İstanbul Modern salonlarından birinde açılışı yapılan “İstanbul’un Ermeni Mimarları” sergisine gittim. 
İki hafta kadar önce de yine harala gürele koşuşturmaktan yorulup yine bir mola vermiş ve Fındıklı’daki “İstanbul’un Rum Mimarları” sergisinin açılışına gitmiştim.
Her iki sergiyi düzenleyen (hani “küratör” deniyor) Hasan Kuruyazıcı ve arkadaşları bize son yüzyılda İstanbul’un anıt eserleri arasında yer alan, Rum ve Ermeni mimarların aklının, zevkinin ve ellerinin hüneri binalardan bir seçki sundular.
“İstanbul’un Rum Mimarları” sergisinde de aynı olmuştu; sergiyi gezenler binalardaki ayrıntılar üstünde durdular; bir kirişin, bir balkon dayanağının, bir kapı girişinin, bir pencere pervazının nasıl hem işlevsel hem sanatsal, hem estetik olabileceğine dikkat çektiler. Karşılaştırdılar, mimarlar arasındaki üslup farklarını yorumladılar...
Benim görsel beğeni düzeyim o kadar incesine yetmiyor. Ama ustaca fotoğraflanmış bu seçkin binalara bakıp, her gün önlerinden harala gürele geçip gittiklerim de dahil İstanbul’u İstanbul yapan değerler olduklarını kavramama yetiyor elbet. 
Bir arkadaş pattadanak sordu:
- Söyle bakalım, iki sergiyi de gördün.  Hay ile Huy arasındaki farka ne diyorsun?
Haydaaaa. Hayhuy’u bilirim. “Hay huy içinde geçti işte günler” gibi bir cümle kurabilirim. Keza “Haydan gelen Huya gider” deyimini de yeri geldiğinde kullanabilirim. Ama Hay ile huy arasındaki fark da ne ola? I-ıhh. Uymadı.
Ben de öyle dedim zaten:
- I-ıhh uymadı... O haydan gelen huya gider diye bir deyimdir ve sergilerle ilişkisi olamaz. 
Meğer öyle değilmiş. Anlattı:
- Sözlüklerde bulamazsın ama Osmanlı’da Hay Ermenileri işaret ederdi, Huy da Rumları. Hay’dan gelen Huy’a gider dendiğinde zenaat ehli, çalışkan, hünerli, emek yoğun işler üstlenen Ermenilerden elde edilenler, zevk-ü sefanın tadını bilen, çıkaran, yemekte içmekte yaratıcı; şarkılar söyleyip, dans ederek eğlenmeyi iyiden iyiye incelten Rum’ların meyhanelerinde, tavernalarında işveli Rum dilberlerin kolları arasında gider denmiş olur.
Vay be öğrenmenin yaşı yok...
- Hay ile Huy arasındaki fark demiştin. O ne peki ?
Anlattı:
- Hay mimarlar İstanbul’u camilerle süslemişler. Bir örnek yetse gerek: Ortaköy camii’ni Balyan kardeşler yaptı. Eski Ortaköylüler o  camiye hâlâ “Balyan Camii” derler ve Boğaz’daki bir mücevherdir o cami.  Sonra büyük resmi yaptılar. Mesela Kuleli Askeri Lisesi’nin ünlü binası, Çırağan Sarayı, Harbiye Orduevi, Küçüksu Kasrı, Nusretiye Camii, Dolmabahçe Sarayı, Büyükada İskelesi, Beylerbeyi Sarayı, Beyazıt Kulesi... Daha sayayım mı ?
- Peki Huy mimarlar? 
- Dedik a Huylar keyif ehlidir; eğlenmeyi, şarkı söyleyip, dansedip hayatın tadını çıkarmayı iyi bilirler. Huy mimarlar da daha çok oya gibi işlenmiş köşkler, yalılar, tiyatro binaları, sinema binaları, apartmanlar yaptılar...
“Hay’dan gelen Huy’a gider” halk deyişi bu anlatımlardan sonra daha bir ete kemiğe büründü, anlamlandı... 
Keyifli sohbetti. Hep birlikte gülüştük...
Bir süre sonra da sergiden çıktık. Herkes kendisiyle başbaşa kaldı.

*    *    *

Sergiden çıktım ve kendimle başbaşa kaldım...
Boğazımda bir hıçkırık düğümü.
1915’de devletin başı Dolmabahçe Sarayında (da) oturuyordu... 1915’in kararını verenler Beyazıt Kulesinin süslediği Harbiye Nezareti binasında (Bugünkü İstanbul Üniversitesi merkez binası) kümelenmişlerdi... 1915’i uygulamaya sokanlar Kuleli Askeri Lisesi binasının koridorlarında yürümüş, odalarında toplanmışlardı... 1915 kararında tuzu bulunanlar Ortaköy camiinde, olmadı Nusretiye Camiinde namaz kılmışlardı.  1915’in elebaşıları Harbiye Orduevi’nde gecelemişler, yemek yemişler, kararlar almışlardı... 1915 lekesini bu ülkenin alnına sürenler...
Ah yeter...
Sergiden çıkmıştım ve kendimle başbaşaydım....
Ve boğazımda bir hıçkırık düğümü.

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"