Önceki günkü “Evet, Yapabiliriz” başlıklı Tırmık’a “yorum yaz” kutusundan epey “yorum” geldi. Onları sayıca yedi sekiz kez katlayanlar da mail adresine yağdı. Eğer patronlu bir gazetede çalışıyor olsa idim, o maillerin tümünü bir araya getirir, patronun önüne çıkar ve “Bak patron, şu gelen maillerin sayısına bir bak da gör. Gör bak ne kadar etkili bir yazarmışım...” der ve ardından koparacağıma emin olarak zam isterdim...
Hepsini buraya aktaramam. Gerek de yok.
Ama üç tanesini seçtim. Üstelik T24 sayfasındaki adrese değil, asıl kullandığım mail adresime yollanmış; yani epey iyi tanıdıklardan gelen üç mail. Selam sabah faslını ayıklayıp özünü aktarıyorum:
Bir: ... Aydın abi, İstanbul dışındayım. Yazılarını düzenli okuyamıyorum. Ama bir arkadaş, Anayasa oylamasında senin hayır diyeceğini söyledi. Buna inanmak istemiyorum. Benim bildiğim Aydın Engin, domuzdan kıl, 12 Eylül anayasasından madde koparma fırsatını kaçırmaz... Haksız mıyım abi? (Baskın Oran seçim kampanyasında tanıdığım ve tanıdığıma pek sevindiğim genç bir arkadaş).
İki: ...Engin bey biraderim, gazetelerde çıkan ve Anayasa oylamasında niçin hayır diyeceklerini açıklayan aydınlar listesinde adını göremedim. Acaba yurtdışında filan olduğundan mı? Seni AKP’ye kapılanmış dünün solcu-bugünün sağcılarıyla aynı kefeye hiç koymadım, koymuyorum. Ümit ederim ki yanılmıyorum... (Yaşı bana yakın, eski bir hapishane arkadaşı).
Üç: Aydın bey biliyorsunuz, T24’de sizi düzenli okurum. 12 Eylül’de oyunuzu hâlâ açıklamadınız. Ben tek devrimci tavır olan “boykot”tan başka bir tutumunuz olmayacağına eminim. Ama bunu bir an önce açıklamalısınız değil mi? (Belgesel sinemacı genç bir kadın arkadaş)
Haydi, şimdi kendinizi benim yerime koyun...
Belli ki ne yaparsam yapayım, ya İsa, ya Musa ya da Muhammed’in gazabından kurtulmam mümkün olmayacak.
Tanıdık olmayan, okuduklarını anladıklarından da emin olamadığım kimileri ise “Sen evet diyeceksin ama bir türlü diyemiyorsun” deyip falcılığa soyunuyorlar. Bunlardan mail adresini de yazmış birine “Ne vereceksem vereceğim de sen bunu nereden çıkardın” diye sordum. Gelen cevap saçmalık sınırını epey aşıyordu. Hızımı almışken onu da aktarayım:
“Bunu anlamayacak ne var? Evet diyeceksin belli. Çünkü yazının başlığını ‘Evet, yapabiliriz’ diye koydun. İçinde kaç defa “Evet, yapabiliriz” diye tekrar ettin. Evet’i gözümüzün içine soktun....”
Şimdi ben buna ne cevap vereyim? “Yav kardeş, o başlık Obama’nın seçim sloganıydı. Üstelik o yazı da 12 Eylül referandumundan filan söz etmiyordu. 13 Eylül sabahı gözü kesen, gücüne güvenenlerle ne AKP’ye, ne CHP’ye güvenmeden atılacak bir adım çağrısıydı. Bu anlaşılmıyor mu o yazıdan” filan mı diyeyim?
Hızımı kesmeyin: İkisine de inanmadığım (Siz de inanmayın, milletin sıcak başına vurdu, işi dalgaya vurmaktan öte çıkar yol bulamıyor) fıkra gibi iki olay anlattılar.
Ramazanın ilk günü Eyüp Camii önünde yaşlı bir dilenci “Bir hayır beyler. Allah ne muradınız varsa verir. Hayrınız hayırlara vesile olsun” diye dilenmekteymiş. Camiden çıkan sıkı AKP’liler “Vay sen hayır propagandası” yapıyorsun diye adamcağızın üstüne yürümüşler, az daha dövüyorlarmış. (Ben inanmadım. Siz de inanmayın).
Manisa’da bisikleti çalınan biri karakola şikayete gitmiş. Polis “Çalanı tanıyor musun?” diye sorunca tarif etmeye çalışmış. “Kim olduğunu bilmem; ama boy bir yetmiş filandı, kot pantolon giyiyordu” demiş. Polis pis pis sırıtmış, “Ulan sen PKK’lı mısın? Bak iki laf arasında hem boy, hem kot dedin. Boykot haaa?” diye azarlamış. (Buna hiç inanmadım. Siz de inanmayın).
Bu durumda evden kasaba yollarlar da yolda beni gören biri “Nereye?” diye sorarsa asla “Ev’e et alacağım” demem. (Siz de demeyin. Nemize gerek bir Hayırcı ya da boykotçuya çatarız da...)
* * *
Kısacası ey okur! Ben bu referandum tartışmasından ciddi olarak sıkıldım. Bir daha bu konuda tek satır bile yazmamaya karar verdim...
Haberiniz ola...